CHP Çalışma ve Sosyal Güvenlik Politika Kurulu Başkanı, Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, açıklanan asgari ücret hakkında Meclis’te bir basın toplantısı düzenledi.
Haber Giriş Tarihi: 24.12.2025 16:23
Haber Güncellenme Tarihi: 24.12.2025 16:29
Kaynak:
Haber Merkezi
www.porsukhaberajansi.com
CHP Çalışma ve Sosyal Güvenlik Politika Kurulu Başkanı, Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, açıklanan asgari ücret hakkında Meclis’te bir basın toplantısı düzenledi.
Gamze Taşcıer yaptığı açıklamada şunları söyledi;
"Değerli basın mensupları,
Milyonların yaşamını ilgilendiren asgari ücret tespit süreci 12 gün sürdü.
Deyim yerindeyse bir “al gülüm ver gülüm” süreci yaşandı.
Türkiye’nin yakın emek tarihinde, işçinin masada olmadığı bir döneme şahit olduk.
Milyonların geçimini belirleyen bir karar, emeğin gerçek sahipleri dışarıda bırakılarak alındı.
Asgari ücret, sosyal diyalogla ve ortak akılla değil, sarayın talimatıyla belirlendi.
Emekçinin sesinin duyulmadığı, sendikaların etkisizleştirildiği bu süreç, çalışma hayatında adalet duygusunu zedeleyen ve emek mücadelesinde derin kırılma yaratan tarihsel bir eşik olarak kayda geçti.
Üstelik bu tablo, yalnızca kapalı kapılar ardında yürütülen bir pazarlıkla sınırlı kalmadı.
Biz insanların hayatıyla kumar oynamayın çağrısı yaparken, iktidarın tercihleri bu ülkenin emekçisini yasadışı bahis sitelerinde oyuncak etti.
Masada yer almayan işçi adına rakamlar kulislerde dolaştı, ücret bir hak olarak korunması gerekirken yasa dışı bir düzenin konusu haline getirildi.
İşçinin sofrası, geçim mücadelesi ve yaşamı üzerine bahis kuponu yapıldı.
Sürprizler, ihtimaller ve hatta Erdoğan’ın gönül endeksi konuşuldu ve 12 günün sonunda devletin açıklamadığını kumar baronları ilan etti.
Asgari ücret 30 bin altı olur diyenler 1 lira koyup 2 aldılar. Kaybeden yine emekçi oldu.
Bu tablo, emek politikalarının geldiği noktayı bütün çıplaklığıyla ortaya koydu; milyonların yaşamı piyasanın insafına terk edildi.
Bu şartlar altında ‘toplumsal barış ve dayanışma şuurundan’ söz etmek, gerçek sorunları kavramaktan uzak bir şuursuzluktur.
Değerli Basın mensupları,
28 bin 75 lira olarak açıklanan asgari ücretin hangi bilimsel verilerle hesaplandığını bilmiyoruz.
Ancak Türkiye’de asgari ücretin nasıl bir siyasal tercih sonucu belirlendiğini, bu tercihin hangi hukuki boşluklara yaslandığını ve milyonlarca emekçinin hayatında nasıl bir geçim krizine dönüştüğünü net biçimde görüyoruz.
AKP iktidarı bizleri şaşırtmamış, işveren temsilcileriyle birlikte “işçi ölsün ama iş yürüsün” mantığıyla hareket etmiştir.
“Enflasyona ezdirmemek” iddiasıyla asgari ücreti enflasyonun altında belirlemek tam da AKP’ye yakışan bir zihni sinir projesidir.
Hatırlayalım. TÜİK, 2024 yıl sonu enflasyonunu yüzde 44,38 olarak açıklamıştı.
Buna karşılık 2025 yılı için geçerli asgari ücret artışı yüzde 30 ile sınırlanmıştı.
Yani asgari ücretli,2025 boyunca 14 puanlık bir kayıpla yaşamak zorunda bırakıldı.
Yıl içinde de yüksek seyreden enflasyonla ücretliler ezildikçe ezildi. Lokmaları küçüldükçe küçüldü.
TÜİK, son açıkladığı veri İLE “oluşan enflasyon”u yüzde 31,07 olarak ilan etmişti. Böylece 11 ayda asgari ücret 6.500 lira erimişti.
Ancak dün asgari ücret 1 Ocak 2026’dan itibaren geçerli olmak üzere %27 artırıldı.
Yani ücretler üst üste ikince kez açıklanan enflasyonun altında tutuldu.
Geçen yıldan kalan yüzde 14’lük kaybı telafi etmek bir yana, bu seneden de %4 kayıp eklendi.
Bunu da kamufle etmek için yeniden değerleme oranını yüzde 25 belirleyip, bu oranın üzerinde zam yaptıklarını ilan ettiler.
Oysa açlık sınırı Ekim ayından beri 28 bin 75 liranın üzerindedir. Açıklanan asgari ücret daha şimdiden açlık sınırının 3 bin lira altındadır.
Üreten, vergi veren, sosyal güvenlik sistemini ayakta tutan bu kesim, ücretleriyle ailesinin en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmiştir.
Bakın AKP iktidarı bir yandan TÜİK eliyle “enflasyon düşüyor” masalıyla algı üretmeye çalışıyor, diğer yandan kendi açıkladığı oranları bile ücret artışlarında esas almıyor.
Bu, açıkça ve süreklilik gösteren bir ücret baskılama politikasıdır.
Dolayısıyla sorun enflasyonun ne olduğu ya da nereden nereye düştüğü değildir.
Sorun, emeğin milli gelirden aldığı payın bilinçli olarak küçültülmesidir.
Asgari ücretin bugün sefalet ücretine dönüşmesinde yapısal tercihler de etkilidir.
AKP enflasyonu yükseltiyor diyerek sorumluluğu emekçiye yıkmaktadır.
“Ellerini taşın altına koymalarını bekliyoruz” diyerek işverene sitem etmektedir.
Ancak bir tek kendisini sorumlu hissetmemektedir.
Oysa Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun 131 sayılı Asgari Ücret Sözleşmesi’ni onaylamayan da AKP’dir.
Çünkü ILO asgari ücreti; işçinin ve ailesinin insan onuruna yakışır bir yaşam sürdürebilmesini esas alan bir ücret olarak tanımlamaktadır.
Her fırsatta, her konuda aileyi dilinden düşürmeyen AKP iktidarı, konu işçinin ailesini geçindirmeye geldiğinde kulağının üstüne yatmakta ve bu sözleşmeyi yıllardır sümen altı etmektedir.
Barınma, beslenme, ulaşım, sağlık, eğitim ve sosyal yaşama katılım gibi temel unsurların ücret belirleme sürecinin merkezine alınmasını zorunlu kılan bu sözleşmenin neden onaylamadığına ilişkin iktidarın bugüne kadar söylediği tek bir söz yoktur.
Arayın bulamazsınız.
AKP iktidarı asgari ücretin hangi toplumsal ve insani ölçütlerle belirleneceğini düzenleyen 131 sayılı sözleşmeye taraf olmamayı tercih etmiştir.
Böylece asgari ücret, sosyal bir hak olmaktan uzaklaştırılmış, idari bir işlem hâline indirgenmiş, siyasi takdir alanının içine hapsedilmiştir.
Bu tercih, ücret politikasının merkezine geçim koşullarını yerleştirmeyen bir anlayışın açık ifadesidir.
Bugün 131 sayılı sözleşme yürürlükte olsaydı, asgari ücret hiçbir koşulda açlık sınırının altına düşmeyecekti.
İşçinin masada fiilen yer almadığı bir komisyon karar alamayacaktı.
Asgari ücretin belirlenme süreci, yalnızca yürütmenin iradesine bırakılmayacaktı. Erdoğan’ın gönül endeksi değil, yaşamın gerçekleri belirleyici olacaktı.
Açıklanan ücretler yargı denetimine açık olacak, insan onuruna aykırı bulunan tutarlar için hukuki başvuru yolları işletilebilecekti.
Bugün yaşanan tablo, bu güvencelerin tamamının sistem dışına itilmiş olmasının sonucudur.
Mevcut sistemde işçi temsilinin etkisizleştirildiği, karar süreçlerinin kapalı devre yürütüldüğü, toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren bir ücretin dar bir idari çerçevede belirlendiği görülmektedir.
Mevcut koşullarda açıklanan her rakam, yoksulluğu azaltan bir araç olmaktan çıkmakta, yoksulluğu yönetmenin teknik bir unsuruna dönüşmektedir.
Bugün Kamerun ve Kenya gibi ülkeler, ILO’nun 131 sayılı sözleşmesini imzalayarak asgari ücreti insan onuru temelinde düzenleme yükümlülüğü altına girmiştir.
İktidar sözcüleri tarafından dünyanın en büyük ekonomileri arasına girdiği ifade edilen ülkemizin bu sözleşmenin dışında tutulması, ekonomik gerekçelerle açıklanabilecek bir durum değildir.
Aksine; AKP’nin emeğe bakış açısıyla, ücretin toplumsal rolüne dair siyasal yaklaşımla ve tercih edilen ekonomik modelle ilgilidir.
Değerli basın mensupları,
Bir ülkede emeğin payı küçüldükçe büyüme kâğıt üzerinde kalır.
Siz istediğiniz kadar hile hurdayla millî geliri artarın gerçekte yurttaşın o gelirden aldığı pay azalır.
Evet, TÜİK varsa istatistikler iyileşir ama hayat zorlaşır. Sefalet tam da burada ortaya çıkar.
İnsanlar daha çok çalışır, daha az tüketir, borçlanarak yaşar, geleceğini ertelemeye başlar.
Ekonomi rasyonel görünür fakat toplum yorulur.
Bakın, adalet, ücretin açlık sınırının biraz üstünde belirlenmesiyle de sağlanmaz.
Adalet, çalışanların yarattığı değerden pay alabilmesiyle kurulur. Adalet, ücretlinin ay sonunu beklemesiyle sınırlı bir yaşam kurmasıyla ölçülmez; ayın tamamını planlayabilmesiyle anlam kazanır.
Bu yapı kurulmadığında ortaya çıkan tablo da geçim krizini derinleştirir.
Bu yüzden ya adalet ya sefalet diyoruz. Çünkü ekonomiler adaletle büyür, adaletsizlikle küçülür. Bunun matematiği nettir.
Biz buradan açık bir tutum ortaya koyuyoruz.
Asgari ücret, pazarlık konusu yapılamaz. Asgari ücret, iktidarı siyasi hesaplarına göre belirlenemez.
Çünkü bugün her 2 çalışandan 1’inin asgari ücret ve çevresindeki ücretlerle geçinmeye çalıştığı ülkemizde asgari ücret, yaşamın kendisidir ve insan onuru temelinde bir hak olarak ele alınmak zorundadır.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu hakkı hayata geçireceğiz.
ILO’nun 131 sayılı Asgari Ücret Sözleşmesi’ni iktidarımızın ilk döneminde onaylayacağız.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nu işçinin belirleyici olduğu, gerçek müzakerenin yapıldığı demokratik bir yapıya kavuşturacağız.
Ücret belirleme sürecini şeffaf, hesap verebilir ve yargı denetimine açık hale getireceğiz.
Asgari ücreti açlık sınırının üzerinde, yoksulluğu azaltan ve yaşamı güvence altına alan bir düzeyde belirleyeceğiz.
Emeğin milli gelirden aldığı payı büyüten bir gelir politikası kuracağız.
Çalışanların ücretini enflasyon karşısında koruyan, alım gücünü yıl boyunca güvence altına alan bir sistemi hayata geçireceğiz.
Türkiye’nin buna gücü vardır.
Bu ülkenin emeği, üretimi ve kaynakları vardır.
Eksik olan şey, emeği merkeze alan siyasal iradedir.
Biz bu iradeyi emekten yana kurma sorumluluğunu taşıyoruz. İnsan onuruna yakışır bir ücret, bir ayrıcalık değildir.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
CHP'li Taşcıer: "Asgari Ücret Sarayın Talimatıyla Belirlendi!"
CHP Çalışma ve Sosyal Güvenlik Politika Kurulu Başkanı, Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, açıklanan asgari ücret hakkında Meclis’te bir basın toplantısı düzenledi.
CHP Çalışma ve Sosyal Güvenlik Politika Kurulu Başkanı, Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, açıklanan asgari ücret hakkında Meclis’te bir basın toplantısı düzenledi.
Gamze Taşcıer yaptığı açıklamada şunları söyledi;
"Değerli basın mensupları,
Milyonların yaşamını ilgilendiren asgari ücret tespit süreci 12 gün sürdü.
Deyim yerindeyse bir “al gülüm ver gülüm” süreci yaşandı.
Türkiye’nin yakın emek tarihinde, işçinin masada olmadığı bir döneme şahit olduk.
Milyonların geçimini belirleyen bir karar, emeğin gerçek sahipleri dışarıda bırakılarak alındı.
Asgari ücret, sosyal diyalogla ve ortak akılla değil, sarayın talimatıyla belirlendi.
Emekçinin sesinin duyulmadığı, sendikaların etkisizleştirildiği bu süreç, çalışma hayatında adalet duygusunu zedeleyen ve emek mücadelesinde derin kırılma yaratan tarihsel bir eşik olarak kayda geçti.
Üstelik bu tablo, yalnızca kapalı kapılar ardında yürütülen bir pazarlıkla sınırlı kalmadı.
Biz insanların hayatıyla kumar oynamayın çağrısı yaparken, iktidarın tercihleri bu ülkenin emekçisini yasadışı bahis sitelerinde oyuncak etti.
Masada yer almayan işçi adına rakamlar kulislerde dolaştı, ücret bir hak olarak korunması gerekirken yasa dışı bir düzenin konusu haline getirildi.
İşçinin sofrası, geçim mücadelesi ve yaşamı üzerine bahis kuponu yapıldı.
Sürprizler, ihtimaller ve hatta Erdoğan’ın gönül endeksi konuşuldu ve 12 günün sonunda devletin açıklamadığını kumar baronları ilan etti.
Asgari ücret 30 bin altı olur diyenler 1 lira koyup 2 aldılar. Kaybeden yine emekçi oldu.
Bu tablo, emek politikalarının geldiği noktayı bütün çıplaklığıyla ortaya koydu; milyonların yaşamı piyasanın insafına terk edildi.
Bu şartlar altında ‘toplumsal barış ve dayanışma şuurundan’ söz etmek, gerçek sorunları kavramaktan uzak bir şuursuzluktur.
Değerli Basın mensupları,
28 bin 75 lira olarak açıklanan asgari ücretin hangi bilimsel verilerle hesaplandığını bilmiyoruz.
Ancak Türkiye’de asgari ücretin nasıl bir siyasal tercih sonucu belirlendiğini, bu tercihin hangi hukuki boşluklara yaslandığını ve milyonlarca emekçinin hayatında nasıl bir geçim krizine dönüştüğünü net biçimde görüyoruz.
AKP iktidarı bizleri şaşırtmamış, işveren temsilcileriyle birlikte “işçi ölsün ama iş yürüsün” mantığıyla hareket etmiştir.
“Enflasyona ezdirmemek” iddiasıyla asgari ücreti enflasyonun altında belirlemek tam da AKP’ye yakışan bir zihni sinir projesidir.
Hatırlayalım. TÜİK, 2024 yıl sonu enflasyonunu yüzde 44,38 olarak açıklamıştı.
Buna karşılık 2025 yılı için geçerli asgari ücret artışı yüzde 30 ile sınırlanmıştı.
Yani asgari ücretli,2025 boyunca 14 puanlık bir kayıpla yaşamak zorunda bırakıldı.
Yıl içinde de yüksek seyreden enflasyonla ücretliler ezildikçe ezildi. Lokmaları küçüldükçe küçüldü.
TÜİK, son açıkladığı veri İLE “oluşan enflasyon”u yüzde 31,07 olarak ilan etmişti. Böylece 11 ayda asgari ücret 6.500 lira erimişti.
Ancak dün asgari ücret 1 Ocak 2026’dan itibaren geçerli olmak üzere %27 artırıldı.
Yani ücretler üst üste ikince kez açıklanan enflasyonun altında tutuldu.
Geçen yıldan kalan yüzde 14’lük kaybı telafi etmek bir yana, bu seneden de %4 kayıp eklendi.
Bunu da kamufle etmek için yeniden değerleme oranını yüzde 25 belirleyip, bu oranın üzerinde zam yaptıklarını ilan ettiler.
Oysa açlık sınırı Ekim ayından beri 28 bin 75 liranın üzerindedir. Açıklanan asgari ücret daha şimdiden açlık sınırının 3 bin lira altındadır.
Üreten, vergi veren, sosyal güvenlik sistemini ayakta tutan bu kesim, ücretleriyle ailesinin en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmiştir.
Bakın AKP iktidarı bir yandan TÜİK eliyle “enflasyon düşüyor” masalıyla algı üretmeye çalışıyor, diğer yandan kendi açıkladığı oranları bile ücret artışlarında esas almıyor.
Bu, açıkça ve süreklilik gösteren bir ücret baskılama politikasıdır.
Dolayısıyla sorun enflasyonun ne olduğu ya da nereden nereye düştüğü değildir.
Sorun, emeğin milli gelirden aldığı payın bilinçli olarak küçültülmesidir.
Asgari ücretin bugün sefalet ücretine dönüşmesinde yapısal tercihler de etkilidir.
AKP enflasyonu yükseltiyor diyerek sorumluluğu emekçiye yıkmaktadır.
“Ellerini taşın altına koymalarını bekliyoruz” diyerek işverene sitem etmektedir.
Ancak bir tek kendisini sorumlu hissetmemektedir.
Oysa Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun 131 sayılı Asgari Ücret Sözleşmesi’ni onaylamayan da AKP’dir.
Çünkü ILO asgari ücreti; işçinin ve ailesinin insan onuruna yakışır bir yaşam sürdürebilmesini esas alan bir ücret olarak tanımlamaktadır.
Her fırsatta, her konuda aileyi dilinden düşürmeyen AKP iktidarı, konu işçinin ailesini geçindirmeye geldiğinde kulağının üstüne yatmakta ve bu sözleşmeyi yıllardır sümen altı etmektedir.
Barınma, beslenme, ulaşım, sağlık, eğitim ve sosyal yaşama katılım gibi temel unsurların ücret belirleme sürecinin merkezine alınmasını zorunlu kılan bu sözleşmenin neden onaylamadığına ilişkin iktidarın bugüne kadar söylediği tek bir söz yoktur.
Arayın bulamazsınız.
AKP iktidarı asgari ücretin hangi toplumsal ve insani ölçütlerle belirleneceğini düzenleyen 131 sayılı sözleşmeye taraf olmamayı tercih etmiştir.
Böylece asgari ücret, sosyal bir hak olmaktan uzaklaştırılmış, idari bir işlem hâline indirgenmiş, siyasi takdir alanının içine hapsedilmiştir.
Bu tercih, ücret politikasının merkezine geçim koşullarını yerleştirmeyen bir anlayışın açık ifadesidir.
Bugün 131 sayılı sözleşme yürürlükte olsaydı, asgari ücret hiçbir koşulda açlık sınırının altına düşmeyecekti.
İşçinin masada fiilen yer almadığı bir komisyon karar alamayacaktı.
Asgari ücretin belirlenme süreci, yalnızca yürütmenin iradesine bırakılmayacaktı. Erdoğan’ın gönül endeksi değil, yaşamın gerçekleri belirleyici olacaktı.
Açıklanan ücretler yargı denetimine açık olacak, insan onuruna aykırı bulunan tutarlar için hukuki başvuru yolları işletilebilecekti.
Bugün yaşanan tablo, bu güvencelerin tamamının sistem dışına itilmiş olmasının sonucudur.
Mevcut sistemde işçi temsilinin etkisizleştirildiği, karar süreçlerinin kapalı devre yürütüldüğü, toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren bir ücretin dar bir idari çerçevede belirlendiği görülmektedir.
Mevcut koşullarda açıklanan her rakam, yoksulluğu azaltan bir araç olmaktan çıkmakta, yoksulluğu yönetmenin teknik bir unsuruna dönüşmektedir.
Bugün Kamerun ve Kenya gibi ülkeler, ILO’nun 131 sayılı sözleşmesini imzalayarak asgari ücreti insan onuru temelinde düzenleme yükümlülüğü altına girmiştir.
İktidar sözcüleri tarafından dünyanın en büyük ekonomileri arasına girdiği ifade edilen ülkemizin bu sözleşmenin dışında tutulması, ekonomik gerekçelerle açıklanabilecek bir durum değildir.
Aksine; AKP’nin emeğe bakış açısıyla, ücretin toplumsal rolüne dair siyasal yaklaşımla ve tercih edilen ekonomik modelle ilgilidir.
Değerli basın mensupları,
Bir ülkede emeğin payı küçüldükçe büyüme kâğıt üzerinde kalır.
Siz istediğiniz kadar hile hurdayla millî geliri artarın gerçekte yurttaşın o gelirden aldığı pay azalır.
Evet, TÜİK varsa istatistikler iyileşir ama hayat zorlaşır. Sefalet tam da burada ortaya çıkar.
İnsanlar daha çok çalışır, daha az tüketir, borçlanarak yaşar, geleceğini ertelemeye başlar.
Ekonomi rasyonel görünür fakat toplum yorulur.
Bakın, adalet, ücretin açlık sınırının biraz üstünde belirlenmesiyle de sağlanmaz.
Adalet, çalışanların yarattığı değerden pay alabilmesiyle kurulur. Adalet, ücretlinin ay sonunu beklemesiyle sınırlı bir yaşam kurmasıyla ölçülmez; ayın tamamını planlayabilmesiyle anlam kazanır.
Bu yapı kurulmadığında ortaya çıkan tablo da geçim krizini derinleştirir.
Bu yüzden ya adalet ya sefalet diyoruz. Çünkü ekonomiler adaletle büyür, adaletsizlikle küçülür. Bunun matematiği nettir.
Biz buradan açık bir tutum ortaya koyuyoruz.
Asgari ücret, pazarlık konusu yapılamaz. Asgari ücret, iktidarı siyasi hesaplarına göre belirlenemez.
Asgari ücret, işveren hassasiyetine endekslenemez.
Çünkü bugün her 2 çalışandan 1’inin asgari ücret ve çevresindeki ücretlerle geçinmeye çalıştığı ülkemizde asgari ücret, yaşamın kendisidir ve insan onuru temelinde bir hak olarak ele alınmak zorundadır.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu hakkı hayata geçireceğiz.
ILO’nun 131 sayılı Asgari Ücret Sözleşmesi’ni iktidarımızın ilk döneminde onaylayacağız.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nu işçinin belirleyici olduğu, gerçek müzakerenin yapıldığı demokratik bir yapıya kavuşturacağız.
Ücret belirleme sürecini şeffaf, hesap verebilir ve yargı denetimine açık hale getireceğiz.
Asgari ücreti açlık sınırının üzerinde, yoksulluğu azaltan ve yaşamı güvence altına alan bir düzeyde belirleyeceğiz.
Emeğin milli gelirden aldığı payı büyüten bir gelir politikası kuracağız.
Çalışanların ücretini enflasyon karşısında koruyan, alım gücünü yıl boyunca güvence altına alan bir sistemi hayata geçireceğiz.
Türkiye’nin buna gücü vardır.
Bu ülkenin emeği, üretimi ve kaynakları vardır.
Eksik olan şey, emeği merkeze alan siyasal iradedir.
Biz bu iradeyi emekten yana kurma sorumluluğunu taşıyoruz. İnsan onuruna yakışır bir ücret, bir ayrıcalık değildir.
Bu, en temel toplumsal haktır."
En Çok Okunan Haberler