Sorun Terörü Araç Haline Getirmiş Etnik Bölücü Siyasettir!
Sorun Terörü Araç Haline Getirmiş Etnik Bölücü Siyasettir!
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal bir dizi ziyaret ve etkinliğe katılmak üzere geldiği Eskişehir’de basın mensupları ile bir araya geldi.
Haber Giriş Tarihi: 28.11.2025 15:33
Haber Güncellenme Tarihi: 28.11.2025 15:42
Kaynak:
Haber Merkezi
www.porsukhaberajansi.com
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal bir dizi ziyaret ve etkinliğe katılmak üzere geldiği Eskişehir’de basın mensupları ile bir araya geldi.
Porsuk Konuk Evin’de basın mensuplarına açıklamalarda bulunan ve sorularını cevaplayan Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal şu ifadeleri kullandı;
"Can yakıcı, can alıcı bir Türkiye gündemi var. Siyasetimizin hızla bir kavşağa doğru ilerlediği, özellikle son yerel seçimlerle beraber ve akabinde 1 Ekim 2024 tarihinde yeni bir dönemin gongunun Büyük Millet Meclisi’nde vurulduğu andan itibaren Türkiye bir anda "siyasetten operasyonlar dönemi" diyebileceğimiz bir döneme girdi. Öbür tarafta da belki de Türk demokrasisinin önümüzdeki süreç içerisinde bir büyük sınava tabi tutularak, "en zor sınavı" diye tabir ettiğimiz, Türk milletinin elindeki en büyük gücün, sandıkta iktidarları değiştirme yetisinin kademe kademe, planlı bir şekilde elinden alınmak istendiği, siyasetin demokratik rekabete kapatılmaya çalışıldığı da bir döneme şahit oluyoruz.
Böyle bir dönem içerisinde, özellikle 16 Nisan 2017 referandumuyla beraber Demokrat Parti olarak da ısrarla, şiddetle itiraz ettiğimiz bu keyfi düzenin her manada ortaya çıkardığı olumsuzlukların bedelini 86 milyon olarak ödüyoruz. Bugün bu bedellere hayat pahalılığı, enflasyon, çift haneli işsizlik, çift haneli faiz oranları, konkordatolar, iflaslar eklendi. Bunlara bir de İmralı sürecinin eklendiği kanaati içerisindeyiz.
Bugün geçmişte de açık yüreklilikle ifade ettim, meydanlarda zaman zaman 2023 seçimleri öncesi Altılı Masa’nın altında HDP’yi, PKK’yı arayanlar bugün hiçbir utanma duygusu içermeden, siyasi saiklerle, kısa vadeli şahsi önceliklerle bir işbirliği yolunda bir süreci işletmekten de imtina etmediklerini görüyoruz. Maalesef Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ortaya çıkardığı yüzde 50 artı 1 dengesi bugün iktidarı, Cumhur İttifakı’nı, Sayın Erdoğan’ı ve Sayın Bahçeli’yi Öcalan üzerinden, terörist başı Öcalan üzerinden ittifak kurmaya mecburiyetinde bırakmıştır. Bu da bir nevi Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin bir başka olumsuz sonucudur.
Türkiye’de yaşadığımız bunca yıkım mühendisliği projesinin 23 yıldır uygulanmış olmasına, neredeyse 5 tane 5 yıllık kalkınma planı uygulanabilecek Türk milletinin kendilerine zaman tanımış olmasına rağmen iktidarın hâlâ başarısızlıklarını perdelemek, bunu muhalefetin üzerine yıkabilme becerisini zaman zaman göstermişlerdir. Ama bugün özellikle ifade ettim, altını çizdim, bu keyfi düzenin maalesef Türkiye’nin tarihi ıskalamasına da vesile olduğunu görüyoruz.
Türkiye’de küresel rekabette insanımızın bu rekabet içerisinde donanımlı hâle getirecek eğitim sisteminden başlayarak, Türkiye’de işleyen bir demokrasi, işleyen bir hukuk düzenini kurmamız gerekirken, maalesef adeta ikili bir hukuk düzenine geçirilerek, iktidara karşı, iktidarı değiştirecek imkan, kapasite ortaya koyan siyasetçi, aktör, siyasi partilerden başlayarak bugün operasyonlara da muhatap oluyoruz. Kademe kademe demokratik rekabet sahasının yok edilmeye çalışılmasını Türkiye için bir büyük tehlike olarak görüyoruz.
Bu açıdan baktığımızda, özellikle bölgemizde değişen şartlar, Türkiye dahil olmak üzere bölgeyi yöneten ülkelerin öngörü eksikliği olması, kendi kudret kapasitesini aşan birtakım teşebbüslerle, Suriye başta olmak üzere iktidar değişikliğine gitmek adına bu bölgelere müdahaleler yapılmış olması, maalesef Ortadoğu’da, Suriye üzerinden Ortadoğu’nun bel kemiğinin kırılmasına vesile olmuştur. Orada çıkan iktidar boşluğu neticesinde ABD gözetiminde PKK’nın uzantısı PYD’nin bir özerk alanı ele geçirmesine de AKP iktidarının siyaseti en nihayetinde vesile olmuştur.
Şimdi Türkiye’ye bir anlatıyla beraber, Suriye’den Türkiye’ye yönelik, milli egemenliğimize, güvenliğimize yönelik birtakım tehditler oluşmakta. Bu tehditleri bertaraf etmek için böyle bir süreç başlattığını iddia eden karşımızda bir Cumhur İttifakı var. Sağdaki gerçekliğe baktığınızda ne PKK’nın ne de diğer unsurların göstermelik birkaç silah bırakma görüntüsüyle beraber fiiliyata baktığınızda çok uzun süredir stratejik odaklanmasını Suriye’ye çevirdiğini görüyoruz. Bugün Türkiye’de yürütüldüğü iddia edilen bu İmralı sürecinin bağlı olduğu değişken, Suriye’de PKK’nın neyi kotarıp neyi kotaramayacağıyla ilgilidir.
Türkiye'de etnik bölücü siyasetin egemenlik sahasından Doğu ve Güneydoğu'daki Türk kökenli vatandaşlarımızı çıkarmamız gerekirken, PKK'yı ve PKK'nın lideri terörist başı Öcalan'ı Kürt vatandaşlarımızın tek ve meşru temsilcisi hâline getirmeyi çok büyük bir yanlış olarak değerlendiriyoruz.
Türkiye'de karşımızdaki sorunun adı sadece terör değildir. Sorun, terörü araç hâline getirmiş etnik bölücü siyasettir ve etnik bölücü siyasetin nihai programı hiçbir şekilde değişmez.
Türk milletinin vatandaşları olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendi vatandaşlarını ne Kandil, ne Erbil, ne İmralı ne de Avrupa başkentleri üzerinden değil, işleyen bir demokrasiyle ve işleyen bir hukuk düzeni içerisinde eşit vatandaşlık hukukunu sağlamasını, sadece Cumhuriyet'in değil, İmparatorluk'tan kalma bir miras olarak aldığımız bir referans olarak değerlendiriyoruz.
Bugün bölgeye ve coğrafyaya adeta bir deli gömleği giydirilirken, Türkiye'yi yönetenlerin, dış politikasını adeta AKP iktidarının şahsi ilişkileri noktasına indirgemiş olmasının da bedellerini ödemekteyiz.
Bu bağlamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde oluşturulmuş komisyondan; eğer bu komisyon İmralı ziyareti kararı alır ve ifade ettiğim gibi Türk milletinin temsilcilerini, dolayısıyla Türk milletini, terörist başını adeta ödüllendirmek için ayağına götürme teşebbüsü içerisine sokarsa, bu komisyondan ayrılacağımızı ifade ettik. Milletvekilimizle beraber Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde düzenlediğimiz basın toplantısıyla tüm bu gerekçelerimizi ortaya koyarak bu komisyondan ayrıldık.
Benden bir hak mı talep ediyorsunuz? PKK'nın arkasına geçin, sizin haklarınızı onunla müzakere edeceğim dedirten, milliyet bağını insanların zihninde bu manada kurduran bu teşebbüslerin şiddetle karşısındayız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bugün dünyanın değişen şartları, bölgenin değişen şartları içerisinde yeni yeni güç merkezleri ortaya çıkarken çok sağduyulu, Türkiye'nin büyüklüğüne denk, Türkiye'nin kudret kapasitesine denk bir siyasi programla beraber Türkiye hem kendi içerisinde hem bölgesinde güvenin, istikrarın, refahın önemli bir merkezi olabilir.
Bu yaşadığımız sürecin bölgede yaşattığı kırılımlarla beraber önümüzdeki zaman diliminde bildiğimiz uluslararası güçlerin Suriye başta olmak üzere kademe kademe ateşi diğer bölgelere taşıyacağı da aşikardır. Özellikle Gazze'de gerçekleşen katliamlar ve Gazze'den başlayarak bugün Suriye sahasında Türkiye'yi doğrudan hedef alacak birtakım yapılanmaların olduğunu da biliyoruz. Bu manada da Türkiye'nin tüm milli güç unsurlarını seferber ederek, öncelikle iktidarın zaman zaman diline pelesenk ettiği iç cepheyi kuvvetlendirmenin, Türkiye'de milli güvenliğin şemsiyesi olarak iki kavramı, iki değeri görüyoruz: Bir hukuk devletini, iki işleyen demokrasiyi görüyoruz.
Türkiye'de demokrasiyi kompartımanlara ayırarak işletebilme imkanınız yoktur. İktidara karşı en küçük eleştirileri bile bir varlık yokluk meselesi haline getirmiş, adeta bu keyfi düzenin kuvvetler ayrılığını hiçe sayan (demokrasi eşittir kuvvetler ayrılığı bilinci içerisinde bunu hiçe sayan bir anlayışla) yargıyı adeta yürütmenin bir aparatı haline getiren bu sistemi de reddediyoruz.
Önümüzdeki süreç içerisinde Demokrat Parti olarak dün olduğu gibi bugün de Türkiye'nin üzerindeki bu kara örtünün atılması, milletimizin eşit fırsatlara sahip olması, herkesin hukukundan emin olduğu bir Türkiye'yi yeniden inşa edebilmek adına kimlik sağlarına hapsolmuş siyaseti yeniden merkezde, merkez sağda, en geniş ortak paydada toparlamanın gayreti ve mücadelesi içerisinde olacağız.
Değerli basın mensupları, değerli dava arkadaşlarım, bugün Türkiye'nin farklı farklı yönlerden, özellikle son Erdoğan'ın ABD ziyaretiyle de ortaya çıkmış, bir yönüyle de Eskişehir'imizi ilgilendiren dünyada yeni yeni yapılanmaların, gelişmelerin olduğuna da şahit oluyoruz. Özellikle nadir elementler hususunun uluslararası küresel rekabette devletler arasında bir büyük mücadele sahası haline gelmiş olduğunu görüyoruz. Demokratik meşruiyeti zayıflamış hükümetlerin, arka kapılar arkasında kendi ülkelerinin birtakım menfaatlerini yabancı ülkelere sevk ederek kendi iktidarlarını sürdürme gayretleri içerisinde olduğunu bölgenin diğer ülkeleri üzerinden de okuyabiliriz.
Ümit ve temenni ederiz ki Türkiye'nin sahip olduğu tüm bu yerel kaynaklar yine Türk milletinin refahı için işletilir, yine Türk milletinin geleceğini tahkim etmek için işletilir. Adeta kayıt dışılığın bir usul haline getirildiği, Türkiye'de yolsuzlukların bilinçli bir politikayla beraber adeta sistematik hale getirildiği bu sürecin sonucunda Türkiye'de yoksulluğun derinleştiğine şahit oluyoruz.
Geçmişte de birkaç vesileyle ifade ettim. Türkiye'de tarihinde olmadığı kadar yolsuzluklar sistematik hale getirilmiştir. Sadece bir veriyi sizlerle paylaşsam, bütçenin 2024 yılında %62'si Kamu İhale Kanunu dışında keyfi olarak sarf edilmiştir. Yolsuzluklar, usulsüzlükler, öncelik sıralamalarının yanlış teşhis edilmesi dolayısıyla Türkiye kaynaklarını heba etmektedir. 23 yıldır öncelik sıralamalarının yanlış belirlenmesi dolayısıyla ve kötü niyetle, adeta bir kravatlı soyguna muhatap kılınarak Türkiye'nin kaynakları yağmalanmıştır.
Kirli kaynaklarla siyaseti finanse edenler, yolsuzluğun kitabını yazmış olanlar bugün Cumhuriyet Halk Partisi başta olmak üzere muhalefetin kimi belediyeleri üzerinden kamuoyunda sureti haktan görünerek yolsuzlukla mücadele ettiklerini bir büyük utanmazlık içerisinde iddia da edebilmektedirler. Biz Demokrat Parti olarak Türkiye'nin içine sıkışacağı şu parantezi de reddediyoruz: "Bunlar gitsin, bunların yaptığı usulle biz yağmalayalım" anlayışını reddediyoruz.
O nedenle, Türkiye'nin önümüzdeki süreçte bir arınmayla beraber Türkiye'de ifade ettiğim gibi işleyen bir demokrasiyi kurmak, işleyen bir hukuk düzenini kurmak Türk milletinin birliğinin, beraberliğinin en önemli teminatı olduğu kanaati içerisindeyim.
Başta 2,5 yıldır uygulanan ekonomik programın bugün ortaya çıkardığı neticeye de vesileyle değinmek istiyorum. 2,5 yıldır TÜİK'in yanlış verileri üzerine kurgulanmış bu programın zaten netice alamayacağı o günden belliydi.
Hükûmet, açıklanan enflasyon rakamlarıyla ortaya konulmuş hiçbir hedefi tutturamamıştır. Hükûmet, her vesileyle birtakım revizeler yaparak bu hedefleri tutturacağını iddia etmektedir.
Türkiye, yanlış politikaların neticesi olarak küresel rekabette rekabet gücünü yitirmenin eşiğine gelmiştir. Özellikle istihdam yoğun sektörlerin en tepesinde bulunan tekstil sektörü başta olmak üzere, son bir yılda 300 binin üzerinde istihdam kaybı bu sektörde yaşanmıştır.
Türkiye'deki reel sektör, hiperenflasyon eşiğine gelmiş ve maliyetlerin peşinden koşamaz hâle gelmiştir. Reel sektör, Türkiye'deki yatırımlarını tasfiye ederek bölgenin diğer ülkelerine, daha ucuz iş gücünün olduğu ülkelere doğru kaymaktadır.
Türkiye'de işletmelerin kârlılık sorunu ortadayken, diploma verdiğimiz fakat bu büyük ülkenin üretim dişlileri hâline getiremediğimiz gençlerimiz, büyük bir yabancılaşmayla beraber geleceğini başka diyarlarda aramak mecburiyetinde kalmaktadır.
Bir ahbap çavuş düzeninin ve kayırmacılık düzeninin devletten başlayarak ülkede hâkim olmasının maalesef doktorlarımız, mühendislerimiz ve yetişmiş pek çok sahadaki insan gücümüzün ülkeyi terk etmesine neden olduğu görülmektedir. Bir ülke için bundan daha büyük bir felaket yoktur.
Türkiye'nin doğru bir istikamete gidebilmesinin yolu, bir iklim değişikliğinden geçmektedir. Bu iklim değişikliğinin temeli ise Türkiye'de siyasi iktidarın değişmesinden geçmektedir.
Dünyanın yeni gelişmelere kapı araladığı noktada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne iktisadi alandan başlayarak yeni roller tanımlamak zorunludur. Demokrat Parti olarak, dünkü gibi, orta direğin yok edildiği ve dolayısıyla demokrasinin yok edildiği bu zemini yeniden kuvvetlendirmek adına, insanımızın kendi doğduğu topraklarda geleceğini arayabileceği bir Türkiye hayalini paylaşıyoruz.
Doğru bir siyasi akılla buluştuğunda, bugün kronikleşen pek çok meselesini kendiliğinden çözebileceğini, doğru bir programla beraber de kısa ve orta vadede büyük bir bölgesel güç haline gelebilme imkânının olduğunu görüyoruz. Bugün kendi siyasi hedeflerine Türkiye'yi içe kapatarak götürmek isteyen bir siyasi iktidar var. Sandıktan bir daha kendi adına başarı yazamayacağını gördükleri için de bugün siyasi alanı darmaduman etmek adına, 3,5 aylık zindan mağdurlarından bunca yıl mağduriyet devşirenler, bir kez daha sözüm ona mağduriyet propagandası yaparak, Türkiye'de yolsuzlukla mücadele propagandası yaparak kendilerini de aklamanın gayreti içerisindeler.
Ümit ediyorum ki önümüzdeki bu sancılı süreç, özellikle iktidar dışındaki muhalefetin tüm unsurlarının seçim sathında iş birliğinden daha önce, demokratik rekabet zeminini korumak için bugünden birtakım mücadele zeminlerini ortaklaştırması da büyük bir kritik öneme sahiptir. Buradan da ifade ettiğimiz gibi, Demokrat Parti olarak dün olduğu gibi bugün de milletin vicdan hizasında durarak, milletimizin çizdiği önceliklerle beraber siyaset yapmanın gayreti içerisindeyiz. Bu çürümüş siyasal düzeni değiştirmekten başlayarak, Türkiye'nin önümüzdeki süreçte demografik fırsat penceresine sahip olduğu gerçeğini de göz önüne alarak büyük bir değişimi de Allah'ın izniyle başlatacağız. Önümüzdeki süreçte çok daha fazlasıyla seçime kadar salonlarda, meydanlarda milletimizle hemhal olacağız.
Milletimizin dertlerini, çiftçisinden ürettiğinin karşılığını alamayan sanayicilerimizden, esnaflarımızdan, 23 yıldır uygulanan siyasetle beraber 3 büyük kesimin tasfiye olduğuna da böyle bir dönemde şahit olduk. Çiftçilerimizden, köylülerimizden, esnaflarımızdan başlayarak, özellikle dar gelirli vatandaşımızın, emeklilerimizin yoksulluğun altında, yoksulluk sınırının altında bir yaşama mahkûm edildiğini görüyoruz. Bunu değiştirebilmek adına iktidarın elindeki imkanları maalesef, ülkenin kaynaklarını başka sahalara yönlendirerek, milyonlarca insana doğrultmamak için bunu da perdelediklerini görüyoruz. Önümüzdeki süreç, bu mücadele sahasının yine milletin önünde meydanlarda olacağı kanaati içerisindeyim.
Bugün Türkiye'de hiçbir siyasi partinin tek başına %50+1'i sağlaması ne muhalefet için ne de iktidardaki AKP için mümkündür.
Sayın Erdoğan, İmralı ile işbirliği yapmak mecburiyetinde kalmıştır. Muhalefet cephesinde bu işbirliği zemini hangi ölçekte olur? Farklı stratejilerle, farklı gruplaşmalarla olabilme ihtimali olduğu kadar, sözlerimin arasında önemsediğim en önemli husus şudur: Muhalefet açısından bugünden bu rekabet zeminini koruyabilmek adına bir diyaloğun geliştirilmesidir. Bunu çok önemsiyorum.
Elbette, 2023 seçimlerinde ortaya çıkmış 6'lı Masa'nın da çok önemli bir fonksiyon gördüğü kanaati içerisindeyim. 2023'ün şartlarıyla bugün elbette değişen şartlar var. Siyasi partilerin pozisyonlanmalarından bu yaşadığımız güncel aktüel meselelere bakışına kadar farklılık olmakla beraber, önümüzdeki süreçte şartların icbar ettiği, mecbur bıraktığı bu doğal çerçeve dolayısıyla siyasi partiler gündemlerine mutlaka alacaklardır. Ancak ben, bundan daha fazlasını önemsiyorum: Türkiye'de rekabet zeminini koruyabilmektir.
İlk defa çok partili siyasi hayat içerisinde, milletimizin elinden sandıkta iktidarları değiştirme yetisinin alınmaya çalışıldığına şahit oluyoruz. İktidarı değiştirme noktasında siyasi güç potansiyeli taşıyan tüm siyasi partilerin ve siyasi aktörlerin, önümüzdeki süreçte daha fazlasıyla tehdit altında olacağı inancındayım. Bütün bu açılardan bakınca, bu keyfi düzenin; hukuk tanımaz, kanun tanımaz, anayasa tanımaz ve anayasayı çiğneyerek yargıçlara talimat verildiği bir dönemi de hep beraber görüyoruz. Bu, herkesin bildiği bir sır mahiyetinde ama gözümüzün önünde gerçekleşiyor.
Siyasallaşmış iddianamelerle ve milletimizin vicdanında karşılık bulmayacak soruşturmalarla, bu süreçte Ankara'yı adeta Moğol istilasından sonra gördüğü en büyük yağma hareketini icra etmiş olan Melih Gökçek dönemiyle ilgili hiçbir soruşturma açılmazken, bugün Sayın Yavaş'a, Sayın Mansur Yavaş'a çorba dağıttığı için soruşturma izni verildiğini görüyoruz. Trajikomik hadiseler bunlar. Bütün bunlar milletimizin gözü önünde cereyan ediyor.
Ancak sizin sorunuzun merkezinde bulunan konu şudur: Önümüzdeki süreçte hangi ölçekte ve hangi şekil içerisinde olur bilmem ama seçim sürecine doğru ilerlediğimizde bu manada siyasi partiler kendi pencerelerinden de bakarak birtakım işbirlikleri ortaya koyacaklardır.
Bir önceki seçimde olduğu gibi yine muhalefet büyük ölçüde tek bir çatı altında mı bir araya gelecek, yoksa farklı farklı gruplaşmalar içerisinde mi bir araya gelecek? Tek bir cumhurbaşkanı adayı etrafında mı bir araya gelecek, yoksa seçimin birinci turu için farklı farklı cumhurbaşkanı adaylarıyla mı mücadele içerisinde olacak? Bunları da önümüzdeki süreç gösterecektir.
İktidarın, yerel seçimden itibaren tehditlerle muhalefetteki il belediye başkanlarını kendi safına katabilmek için yargı sopasını da kullanarak, devletin bütçe sopasını da kullanarak, havuç-sopa politikası içerisinde kendi safına çekmesinin gayreti var. Şöyle haritayı gözümüzün önüne aldığımızda, ülkenin özellikle Ankara'dan batısında iktidarın birkaç belediyesi var. Onun dışında daha çok muhalefet belediyeleri bulunuyor.
1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni adeta ele geçirme mantığı içerisinde, kazandıkları andan itibaren Türkiye'de oradan oluşturulmuş birtakım fonlarla kendi siyasetlerini dizayn ettiler. Şimdi bu manada belediyelerin ellerinden gitmiş olmasının kendi adlarına "İstanbul'u kaybetmek, Türkiye'yi kaybedeceği manasına gelir" diye Sayın Erdoğan zaman zaman ifade etti.
Muhalefetteki belediyelerin bu manada sahip olduğu bütçe imkanlarını bile kullanmaktan, onun üzerine kısıtlar koymaktan, Büyük Millet Meclisi'nde farklı farklı düzenlemeler yaparak belediyelerin hareket sahasını daraltmaktan iktidarın bir temel stratejisi var. Bunu muhalefet belediyelerinin olduğu bölgelerde gözlemliyoruz. Ama maalesef, bütün bu kısıtlara rağmen milletimizin her şeye rağmen, asgari düzeyde de işleyen (işlemiş olsa) Türkiye'deki kamu düzeni içerisinde tanımlanmış maddi imkanlardan başlayarak, belediyelerimiz üstün bir performansı da göstermek mecburiyetindedir.
Eskişehir'e benim gelmemden daha tabii bir şey olamaz. Eskişehirli sayılırım. Ben aslen Afyonkarahisarlıyım. Ama siyasi mücadelemiz içerisinde de başta Eskişehir, tüm bölgedeki dostlarımızla beraber çok yakın diyaloglarımız, hukuklarımız oldu. Askerliğimi bile Bozüyük'te yaptım, onu da ifade etmiş olayım. O açıdan her vesileyle görüyoruz, Eskişehir bölgemizin hem ekonomik olarak hem de başta üniversitelerimiz olmak üzere önemli bir çekim merkezi olduğunu.
Dün de Büyükşehir Belediye Başkanımız Ayşe Ünlüce'yi ziyaretimizde ifade ettim. Eskişehir'imiz adeta Anadolu gibi, sinesinde Eskişehir'e gelmiş insanlarımızın geçmişini, kökenini sormadan kabul gösteren önemli bir sosyolojiye, iklime sahip. Bu da Eskişehir'imizin bu manada zenginleşmesine de vesile olduğunu görüyorum. Elbette siyasetin vazifesi, yerel yöneticiler de dahil olmak üzere, bulundukları mahalin potansiyelini ortaya çıkarmaktan geçer. Ümit ederim önümüzdeki süreçte Eskişehir'imiz de bu manada, geçmişte işte Türk Dünyası'nın Kültür Başkenti hüviyetiyle de pek çok önemli gündemleri yaşadı. Önümüzdeki süreçte Türkiye'nin parlayan yıldızı olarak daha fazlasıyla bir cazibe merkezi haline gelir ümidini ve temennisini paylaşmak istiyorum.
Sayın AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Komisyon'dan çekilmemekle beraber İmralı'ya gidişi onaylamadığı ve o komisyonu üye vermeyeceğini ifade etti. Bugün komisyonda Cumhuriyet Halk Partisi devam ediyor. Bizler kendi gerekçelerimizi ortaya koyarak komisyondan ayrıldık. Ama muhalefetin genel bir tutumu var. Ortak paydada dün olduğu gibi bugün de tutumu var. Ama bugün işaret ettiğiniz bir ortak anlayışla beraber böyle bir tutum içerisinde olunmadı. Ama önümüzdeki süreçte mutlaka ifade ettiğim çerçeve içerisinde karşılıklı birbirinin rızasını bugünden siyasi partiler gözetmeli. O manada da önemli gelişmeler olacağı inancındayım.
Gönlümüzü ister ki muhalefet partileri kendi aralarında değil, öncelikli olarak iktidara karşı büyük bir mücadele versin. O manada tabii ana muhalefet yüceliğiyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin de üzerinde farklı sorumlulukların olduğunu ifade edebilirim. Bütün bu alanın büyük bir stratejiyle beraber topyekün neticeyi üretecek formülleri Türkiye'de milletimizin önüne, seçmenin önüne koymakta fayda var.
Altılı Masa, milletimizin önüne bir oyun planı koymuştu. O manada pek çok eksik bıraktığımız alanlar dolayısıyla ve uzun süre iktidar olmuş rejimlere karşı sadece birkaç puanlık farklarla iktidarları değiştiremezsiniz. Adeta bir parti devletiyle yarışıyorsunuz. Kamunun imkanları, kamunun kaynakları, kamunun kolluğu, kamunun istihbaratı adeta bu mücadelede muhalefete karşı seferber edilmiş durumda. O açıdan da baktığımızda muhalefetin bu süreci işletirken iktidarın mücadele azmini de yok edecek, sandığın eşiğine bile getirmeden kaybedilmişlik psikolojisine sokma stratejisini bugünden ortaya koyması kanaati içerisindeyim.
O açıdan zaman zaman muhalefet partilerinin, Cumhuriyet Halk Partisi'nin, elbette karşılıklı olarak ortada bir yanlış buluyorlarsa birtakım değerlendirmeler yaparlar. Ama Demokrat Parti olarak biz, eğer bu noktada farklı düşüncelerimiz varsa, bunun da kanalları vardır. İlla bunları kamuoyu önünde ifade etmenin gerek olmadığı kanaati içerisindeyim. Ama elbette siyasi parti, hitap ettiği sosyoloji, seçmen yapısı itibarıyla zaman zaman farklı bir pozisyonlanma da yapabilir.
Çok temel düşüncemi ifade ettim. Son 23 yılda kaybeden üç büyük toplumsal kesim var. Bunların başında emeklilerimizden başlayarak dar gelirli vatandaşlarımız geliyor. İşleyen bir demokratik düzenin olması çok kıymetlidir. TÜİK'e yalancı dediğim ve sahtekâr dediğim için TÜİK beni mahkemeye verdi ve tazminat kazandı.
Türkiye'de sağlıklı bir enflasyonla mücadele programı işletilecekse, ki bunu tekrar ifade etmek isterim, öncelikli olarak emeklilerimizden başlayarak ücretli çalışanların yanlış hesaplar dolayısıyla kaybettiği refah payının, yine emeklilerimizden başlayarak çalışanlara iade edilmesinden geçtiği kanaatindeyim.
Adeta vatandaşımızı yoksulluğa mahkûm ederek, sosyal yardımlarla sadakatini satın almak için bir program uygulanıyor. Bu, bir tercih meselesidir. Türkiye'de bu yolsuzluk ve yağma düzeni olduğu müddetçe, ülkenin kaynakları bilerek ve istenerek farklı alanlara kaydırılırken, kirli kaynaklarla siyasetlerini finanse etmek için bu yapılanmaları yaparken, öbür tarafta emeklilerimize, müsaade ettikleri kadar hakka, hukuka ve refaha razı olmamız telkin ediliyor.
Bütün bunların karşısındayız. Bu büyük ülkede bir ülkenin gelişmişliğinin en önemli göstergesi, emeklilerinden başlayarak dezavantajlı gruplara nasıl muamele ettiğiyle alakalıdır. O açıdan inanıyorum ki başta enflasyon rakamlarının düzeltilmesi, ama onun ötesinde, ülkede yaşanmış bu enflasyon süreciyle, "nas politikası" dediğimiz süreçle beraber sadece emeklilerimiz değil, bugün öyle bir domino taşı etkisiyle bir dalga geliyor ki işletmelerin artık kârlılıklarını yitirdiği, rekabet gücünü kaybettiği, kapanma eşiğine geldiği böyle bir dalganın da içerisindeyiz.
Ancak emeklilerimizin yaşadığı bu refah kaybını bu anlayışla telafi etme şansımız yoktur. İktidar, bütçe açığını kapatabilmek için sürekli olarak farklı vesilelerle vergiler icat ediyor. Dolaylı vergiler üzerinden, özellikle emeklimizle birlikte Türkiye'de orta sınıfın bilinçli bir politikayla yok edildiğine şahit oluyoruz. Orta sınıf aynı zamanda demokrasi adına da demokrasinin orta direğidir.
Bizler, dün olduğu gibi bugün de orta direğin kuvvetlenmesini toplumsal istikrarımızın, toplumsal birlikteliğimizin en önemli direği olarak düşünüyoruz. Önümüzdeki süreçte Büyük Millet Meclisi'nde de muhalefet partileri bu manada bütün teklifleri ortaya koymuş olmasına rağmen, iktidarın bütün bunları reddederek bildiğini okuduğuna da şahit olduk.
O açıdan iktidarın bu anlayışı devam ettiği sürece, emeklilerimizin de şapkasını önüne koyarak, uzunca bir zaman emeklilerimizden de çok önemli siyasal destek aldılar, kendilerini yoksullaştıran politikalara sahip iktidarı ödüllendirerek yol alamayacağı kanaatindeyim.
Tek başına iktidar dönemleriyle bile mukayese etsek, bugün tabii Türkiye farklı bir durumda. Adeta bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne itirazımızın da temel kaynağı budur.
Bugün de itiraz etmemişiz. 1947 Demokrat Parti’nin 1. Büyük Kongresi’nde siyasi tarihimize Hürriyet Misakı olarak geçmiş. O belgede de itiraz etmişiz. Devlet Başkanlığı ile parti başkanlığının bir kişinin uhdesinde olmasının ortaya çıkartacağı yanlışlıklara itiraz etmişiz.
Bugün bunu yaşıyoruz. Demokrasiye, hukuk devletine inançlarının olmadığını bugün yaşanan hadiseler zaten bir turnusol testine tabi tuttu. Lehlerine işliyorsa demokrasi kabulleri, lehlerine işliyorsa hukuk devleti fikri kabulleri; ama aleyhlerine işliyorsa bütün bunları reddedebilme eşiğine geldiler.
İşlerine geldiği zaman zaman Menderes, Demokrat Parti demişlerdir. Ama işlerine gelmediği zaman "bizden önce ne yapıldı?" demişlerdir.
Bugün, bundan 64 yıl önce işte İmralı Adası Yassıada ile birlikte o kötü dönemin sembolü halindeyken bir kez daha millet iradesinin terörist başının ayağına gönderilerek bir kez daha katledildiğine zaten şahit olduk.
O açıdan baktığımızda iktidarın elindeki siyasi ihtisabı toplumsal mekanikle beraber bir toplumsal tabanı tutmaya çalıştığını görüyoruz. Kamu kaynaklarını, işte yakın zamanda Eskişehirimizde de birtakım tartışmalar, değerli il başkanımızın da yaptığı açıklamalar var. İktidarın yedeğindeki birtakım vakıflara kamunun kaynaklarının, otopark alanı olarak nasıl tahsis edildiğini konuşuyoruz.
Böyle bir düzen içerisindeyiz. O açıdan iktidarın belirli bir ölçekte bir varlığı var. Ama bugün artık o ölçek yetmiyor ki İmralı'daki terörist başıyla işbirliği yapma ihtiyacı içerisine girdiler. Çünkü bu sistemde işte bizler 2023’te %48 oy aldık ama seçimi kaybettik. Yani bu seçimin dengesi biraz böyle.
O açıdan ben iktidarın artık vatandaştan ümidi kestiği kanaati içerisindeyim. Bir de büyük bir kibirle beraber emeklilerimizden başlayarak tüm toplumsal kesimlere "Ya bu zamana kadar işte gördüğünüzle idare edin" gibi bir kibirle tavır sergilendiğine şahit oluyoruz. Tüccarlarımıza "bu zamana kadar kazandıklarınızla idare edin" denilmekte. Kimse Karlıdağ'dan karı bağışlamıyor. Bir lütufmuş gibi iktidar bunları sunmaya çalışıyor.
Ama ben önümüzdeki süreçte sadece, elbette siyaseten durduğumuz yer belli. İktidarın söyleyecek sözünün bittiği kanaatindeyim. Bir 5 yıl daha Sayın Erdoğan'a iktidar verilmiş olsa Türkiye'nin önüne hangi alanda, hangi tasavvuru, hangi hayali koyacak? Ben de açıkçası merak ediyorum.
İktidar sadece ve sadece bir kişinin ve onun ailesinin iktidarını devam ettirmesinin üzerine odaklanmış. O açıdan 86 milyon kaderini bir kişinin kaderine bağlayamaz."
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Sorun Terörü Araç Haline Getirmiş Etnik Bölücü Siyasettir!
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal bir dizi ziyaret ve etkinliğe katılmak üzere geldiği Eskişehir’de basın mensupları ile bir araya geldi.
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal bir dizi ziyaret ve etkinliğe katılmak üzere geldiği Eskişehir’de basın mensupları ile bir araya geldi.
Porsuk Konuk Evin’de basın mensuplarına açıklamalarda bulunan ve sorularını cevaplayan Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal şu ifadeleri kullandı;
"Can yakıcı, can alıcı bir Türkiye gündemi var. Siyasetimizin hızla bir kavşağa doğru ilerlediği, özellikle son yerel seçimlerle beraber ve akabinde 1 Ekim 2024 tarihinde yeni bir dönemin gongunun Büyük Millet Meclisi’nde vurulduğu andan itibaren Türkiye bir anda "siyasetten operasyonlar dönemi" diyebileceğimiz bir döneme girdi. Öbür tarafta da belki de Türk demokrasisinin önümüzdeki süreç içerisinde bir büyük sınava tabi tutularak, "en zor sınavı" diye tabir ettiğimiz, Türk milletinin elindeki en büyük gücün, sandıkta iktidarları değiştirme yetisinin kademe kademe, planlı bir şekilde elinden alınmak istendiği, siyasetin demokratik rekabete kapatılmaya çalışıldığı da bir döneme şahit oluyoruz.
Böyle bir dönem içerisinde, özellikle 16 Nisan 2017 referandumuyla beraber Demokrat Parti olarak da ısrarla, şiddetle itiraz ettiğimiz bu keyfi düzenin her manada ortaya çıkardığı olumsuzlukların bedelini 86 milyon olarak ödüyoruz. Bugün bu bedellere hayat pahalılığı, enflasyon, çift haneli işsizlik, çift haneli faiz oranları, konkordatolar, iflaslar eklendi. Bunlara bir de İmralı sürecinin eklendiği kanaati içerisindeyiz.
Bugün geçmişte de açık yüreklilikle ifade ettim, meydanlarda zaman zaman 2023 seçimleri öncesi Altılı Masa’nın altında HDP’yi, PKK’yı arayanlar bugün hiçbir utanma duygusu içermeden, siyasi saiklerle, kısa vadeli şahsi önceliklerle bir işbirliği yolunda bir süreci işletmekten de imtina etmediklerini görüyoruz. Maalesef Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ortaya çıkardığı yüzde 50 artı 1 dengesi bugün iktidarı, Cumhur İttifakı’nı, Sayın Erdoğan’ı ve Sayın Bahçeli’yi Öcalan üzerinden, terörist başı Öcalan üzerinden ittifak kurmaya mecburiyetinde bırakmıştır. Bu da bir nevi Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin bir başka olumsuz sonucudur.
Türkiye’de yaşadığımız bunca yıkım mühendisliği projesinin 23 yıldır uygulanmış olmasına, neredeyse 5 tane 5 yıllık kalkınma planı uygulanabilecek Türk milletinin kendilerine zaman tanımış olmasına rağmen iktidarın hâlâ başarısızlıklarını perdelemek, bunu muhalefetin üzerine yıkabilme becerisini zaman zaman göstermişlerdir. Ama bugün özellikle ifade ettim, altını çizdim, bu keyfi düzenin maalesef Türkiye’nin tarihi ıskalamasına da vesile olduğunu görüyoruz.
Türkiye’de küresel rekabette insanımızın bu rekabet içerisinde donanımlı hâle getirecek eğitim sisteminden başlayarak, Türkiye’de işleyen bir demokrasi, işleyen bir hukuk düzenini kurmamız gerekirken, maalesef adeta ikili bir hukuk düzenine geçirilerek, iktidara karşı, iktidarı değiştirecek imkan, kapasite ortaya koyan siyasetçi, aktör, siyasi partilerden başlayarak bugün operasyonlara da muhatap oluyoruz. Kademe kademe demokratik rekabet sahasının yok edilmeye çalışılmasını Türkiye için bir büyük tehlike olarak görüyoruz.
Bu açıdan baktığımızda, özellikle bölgemizde değişen şartlar, Türkiye dahil olmak üzere bölgeyi yöneten ülkelerin öngörü eksikliği olması, kendi kudret kapasitesini aşan birtakım teşebbüslerle, Suriye başta olmak üzere iktidar değişikliğine gitmek adına bu bölgelere müdahaleler yapılmış olması, maalesef Ortadoğu’da, Suriye üzerinden Ortadoğu’nun bel kemiğinin kırılmasına vesile olmuştur. Orada çıkan iktidar boşluğu neticesinde ABD gözetiminde PKK’nın uzantısı PYD’nin bir özerk alanı ele geçirmesine de AKP iktidarının siyaseti en nihayetinde vesile olmuştur.
Şimdi Türkiye’ye bir anlatıyla beraber, Suriye’den Türkiye’ye yönelik, milli egemenliğimize, güvenliğimize yönelik birtakım tehditler oluşmakta. Bu tehditleri bertaraf etmek için böyle bir süreç başlattığını iddia eden karşımızda bir Cumhur İttifakı var. Sağdaki gerçekliğe baktığınızda ne PKK’nın ne de diğer unsurların göstermelik birkaç silah bırakma görüntüsüyle beraber fiiliyata baktığınızda çok uzun süredir stratejik odaklanmasını Suriye’ye çevirdiğini görüyoruz. Bugün Türkiye’de yürütüldüğü iddia edilen bu İmralı sürecinin bağlı olduğu değişken, Suriye’de PKK’nın neyi kotarıp neyi kotaramayacağıyla ilgilidir.
Türkiye'de etnik bölücü siyasetin egemenlik sahasından Doğu ve Güneydoğu'daki Türk kökenli vatandaşlarımızı çıkarmamız gerekirken, PKK'yı ve PKK'nın lideri terörist başı Öcalan'ı Kürt vatandaşlarımızın tek ve meşru temsilcisi hâline getirmeyi çok büyük bir yanlış olarak değerlendiriyoruz.
Türkiye'de karşımızdaki sorunun adı sadece terör değildir. Sorun, terörü araç hâline getirmiş etnik bölücü siyasettir ve etnik bölücü siyasetin nihai programı hiçbir şekilde değişmez.
Türk milletinin vatandaşları olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendi vatandaşlarını ne Kandil, ne Erbil, ne İmralı ne de Avrupa başkentleri üzerinden değil, işleyen bir demokrasiyle ve işleyen bir hukuk düzeni içerisinde eşit vatandaşlık hukukunu sağlamasını, sadece Cumhuriyet'in değil, İmparatorluk'tan kalma bir miras olarak aldığımız bir referans olarak değerlendiriyoruz.
Bugün bölgeye ve coğrafyaya adeta bir deli gömleği giydirilirken, Türkiye'yi yönetenlerin, dış politikasını adeta AKP iktidarının şahsi ilişkileri noktasına indirgemiş olmasının da bedellerini ödemekteyiz.
Bu bağlamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde oluşturulmuş komisyondan; eğer bu komisyon İmralı ziyareti kararı alır ve ifade ettiğim gibi Türk milletinin temsilcilerini, dolayısıyla Türk milletini, terörist başını adeta ödüllendirmek için ayağına götürme teşebbüsü içerisine sokarsa, bu komisyondan ayrılacağımızı ifade ettik. Milletvekilimizle beraber Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde düzenlediğimiz basın toplantısıyla tüm bu gerekçelerimizi ortaya koyarak bu komisyondan ayrıldık.
Benden bir hak mı talep ediyorsunuz? PKK'nın arkasına geçin, sizin haklarınızı onunla müzakere edeceğim dedirten, milliyet bağını insanların zihninde bu manada kurduran bu teşebbüslerin şiddetle karşısındayız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bugün dünyanın değişen şartları, bölgenin değişen şartları içerisinde yeni yeni güç merkezleri ortaya çıkarken çok sağduyulu, Türkiye'nin büyüklüğüne denk, Türkiye'nin kudret kapasitesine denk bir siyasi programla beraber Türkiye hem kendi içerisinde hem bölgesinde güvenin, istikrarın, refahın önemli bir merkezi olabilir.
Bu yaşadığımız sürecin bölgede yaşattığı kırılımlarla beraber önümüzdeki zaman diliminde bildiğimiz uluslararası güçlerin Suriye başta olmak üzere kademe kademe ateşi diğer bölgelere taşıyacağı da aşikardır. Özellikle Gazze'de gerçekleşen katliamlar ve Gazze'den başlayarak bugün Suriye sahasında Türkiye'yi doğrudan hedef alacak birtakım yapılanmaların olduğunu da biliyoruz. Bu manada da Türkiye'nin tüm milli güç unsurlarını seferber ederek, öncelikle iktidarın zaman zaman diline pelesenk ettiği iç cepheyi kuvvetlendirmenin, Türkiye'de milli güvenliğin şemsiyesi olarak iki kavramı, iki değeri görüyoruz: Bir hukuk devletini, iki işleyen demokrasiyi görüyoruz.
Türkiye'de demokrasiyi kompartımanlara ayırarak işletebilme imkanınız yoktur. İktidara karşı en küçük eleştirileri bile bir varlık yokluk meselesi haline getirmiş, adeta bu keyfi düzenin kuvvetler ayrılığını hiçe sayan (demokrasi eşittir kuvvetler ayrılığı bilinci içerisinde bunu hiçe sayan bir anlayışla) yargıyı adeta yürütmenin bir aparatı haline getiren bu sistemi de reddediyoruz.
Önümüzdeki süreç içerisinde Demokrat Parti olarak dün olduğu gibi bugün de Türkiye'nin üzerindeki bu kara örtünün atılması, milletimizin eşit fırsatlara sahip olması, herkesin hukukundan emin olduğu bir Türkiye'yi yeniden inşa edebilmek adına kimlik sağlarına hapsolmuş siyaseti yeniden merkezde, merkez sağda, en geniş ortak paydada toparlamanın gayreti ve mücadelesi içerisinde olacağız.
Değerli basın mensupları, değerli dava arkadaşlarım, bugün Türkiye'nin farklı farklı yönlerden, özellikle son Erdoğan'ın ABD ziyaretiyle de ortaya çıkmış, bir yönüyle de Eskişehir'imizi ilgilendiren dünyada yeni yeni yapılanmaların, gelişmelerin olduğuna da şahit oluyoruz. Özellikle nadir elementler hususunun uluslararası küresel rekabette devletler arasında bir büyük mücadele sahası haline gelmiş olduğunu görüyoruz. Demokratik meşruiyeti zayıflamış hükümetlerin, arka kapılar arkasında kendi ülkelerinin birtakım menfaatlerini yabancı ülkelere sevk ederek kendi iktidarlarını sürdürme gayretleri içerisinde olduğunu bölgenin diğer ülkeleri üzerinden de okuyabiliriz.
Ümit ve temenni ederiz ki Türkiye'nin sahip olduğu tüm bu yerel kaynaklar yine Türk milletinin refahı için işletilir, yine Türk milletinin geleceğini tahkim etmek için işletilir. Adeta kayıt dışılığın bir usul haline getirildiği, Türkiye'de yolsuzlukların bilinçli bir politikayla beraber adeta sistematik hale getirildiği bu sürecin sonucunda Türkiye'de yoksulluğun derinleştiğine şahit oluyoruz.
Geçmişte de birkaç vesileyle ifade ettim. Türkiye'de tarihinde olmadığı kadar yolsuzluklar sistematik hale getirilmiştir. Sadece bir veriyi sizlerle paylaşsam, bütçenin 2024 yılında %62'si Kamu İhale Kanunu dışında keyfi olarak sarf edilmiştir. Yolsuzluklar, usulsüzlükler, öncelik sıralamalarının yanlış teşhis edilmesi dolayısıyla Türkiye kaynaklarını heba etmektedir. 23 yıldır öncelik sıralamalarının yanlış belirlenmesi dolayısıyla ve kötü niyetle, adeta bir kravatlı soyguna muhatap kılınarak Türkiye'nin kaynakları yağmalanmıştır.
Kirli kaynaklarla siyaseti finanse edenler, yolsuzluğun kitabını yazmış olanlar bugün Cumhuriyet Halk Partisi başta olmak üzere muhalefetin kimi belediyeleri üzerinden kamuoyunda sureti haktan görünerek yolsuzlukla mücadele ettiklerini bir büyük utanmazlık içerisinde iddia da edebilmektedirler. Biz Demokrat Parti olarak Türkiye'nin içine sıkışacağı şu parantezi de reddediyoruz: "Bunlar gitsin, bunların yaptığı usulle biz yağmalayalım" anlayışını reddediyoruz.
O nedenle, Türkiye'nin önümüzdeki süreçte bir arınmayla beraber Türkiye'de ifade ettiğim gibi işleyen bir demokrasiyi kurmak, işleyen bir hukuk düzenini kurmak Türk milletinin birliğinin, beraberliğinin en önemli teminatı olduğu kanaati içerisindeyim.
Başta 2,5 yıldır uygulanan ekonomik programın bugün ortaya çıkardığı neticeye de vesileyle değinmek istiyorum. 2,5 yıldır TÜİK'in yanlış verileri üzerine kurgulanmış bu programın zaten netice alamayacağı o günden belliydi.
Hükûmet, açıklanan enflasyon rakamlarıyla ortaya konulmuş hiçbir hedefi tutturamamıştır. Hükûmet, her vesileyle birtakım revizeler yaparak bu hedefleri tutturacağını iddia etmektedir.
Türkiye, yanlış politikaların neticesi olarak küresel rekabette rekabet gücünü yitirmenin eşiğine gelmiştir. Özellikle istihdam yoğun sektörlerin en tepesinde bulunan tekstil sektörü başta olmak üzere, son bir yılda 300 binin üzerinde istihdam kaybı bu sektörde yaşanmıştır.
Türkiye'deki reel sektör, hiperenflasyon eşiğine gelmiş ve maliyetlerin peşinden koşamaz hâle gelmiştir. Reel sektör, Türkiye'deki yatırımlarını tasfiye ederek bölgenin diğer ülkelerine, daha ucuz iş gücünün olduğu ülkelere doğru kaymaktadır.
Türkiye'de işletmelerin kârlılık sorunu ortadayken, diploma verdiğimiz fakat bu büyük ülkenin üretim dişlileri hâline getiremediğimiz gençlerimiz, büyük bir yabancılaşmayla beraber geleceğini başka diyarlarda aramak mecburiyetinde kalmaktadır.
Bir ahbap çavuş düzeninin ve kayırmacılık düzeninin devletten başlayarak ülkede hâkim olmasının maalesef doktorlarımız, mühendislerimiz ve yetişmiş pek çok sahadaki insan gücümüzün ülkeyi terk etmesine neden olduğu görülmektedir. Bir ülke için bundan daha büyük bir felaket yoktur.
Türkiye'nin doğru bir istikamete gidebilmesinin yolu, bir iklim değişikliğinden geçmektedir. Bu iklim değişikliğinin temeli ise Türkiye'de siyasi iktidarın değişmesinden geçmektedir.
Dünyanın yeni gelişmelere kapı araladığı noktada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne iktisadi alandan başlayarak yeni roller tanımlamak zorunludur. Demokrat Parti olarak, dünkü gibi, orta direğin yok edildiği ve dolayısıyla demokrasinin yok edildiği bu zemini yeniden kuvvetlendirmek adına, insanımızın kendi doğduğu topraklarda geleceğini arayabileceği bir Türkiye hayalini paylaşıyoruz.
Doğru bir siyasi akılla buluştuğunda, bugün kronikleşen pek çok meselesini kendiliğinden çözebileceğini, doğru bir programla beraber de kısa ve orta vadede büyük bir bölgesel güç haline gelebilme imkânının olduğunu görüyoruz. Bugün kendi siyasi hedeflerine Türkiye'yi içe kapatarak götürmek isteyen bir siyasi iktidar var. Sandıktan bir daha kendi adına başarı yazamayacağını gördükleri için de bugün siyasi alanı darmaduman etmek adına, 3,5 aylık zindan mağdurlarından bunca yıl mağduriyet devşirenler, bir kez daha sözüm ona mağduriyet propagandası yaparak, Türkiye'de yolsuzlukla mücadele propagandası yaparak kendilerini de aklamanın gayreti içerisindeler.
Ümit ediyorum ki önümüzdeki bu sancılı süreç, özellikle iktidar dışındaki muhalefetin tüm unsurlarının seçim sathında iş birliğinden daha önce, demokratik rekabet zeminini korumak için bugünden birtakım mücadele zeminlerini ortaklaştırması da büyük bir kritik öneme sahiptir. Buradan da ifade ettiğimiz gibi, Demokrat Parti olarak dün olduğu gibi bugün de milletin vicdan hizasında durarak, milletimizin çizdiği önceliklerle beraber siyaset yapmanın gayreti içerisindeyiz. Bu çürümüş siyasal düzeni değiştirmekten başlayarak, Türkiye'nin önümüzdeki süreçte demografik fırsat penceresine sahip olduğu gerçeğini de göz önüne alarak büyük bir değişimi de Allah'ın izniyle başlatacağız. Önümüzdeki süreçte çok daha fazlasıyla seçime kadar salonlarda, meydanlarda milletimizle hemhal olacağız.
Milletimizin dertlerini, çiftçisinden ürettiğinin karşılığını alamayan sanayicilerimizden, esnaflarımızdan, 23 yıldır uygulanan siyasetle beraber 3 büyük kesimin tasfiye olduğuna da böyle bir dönemde şahit olduk. Çiftçilerimizden, köylülerimizden, esnaflarımızdan başlayarak, özellikle dar gelirli vatandaşımızın, emeklilerimizin yoksulluğun altında, yoksulluk sınırının altında bir yaşama mahkûm edildiğini görüyoruz. Bunu değiştirebilmek adına iktidarın elindeki imkanları maalesef, ülkenin kaynaklarını başka sahalara yönlendirerek, milyonlarca insana doğrultmamak için bunu da perdelediklerini görüyoruz. Önümüzdeki süreç, bu mücadele sahasının yine milletin önünde meydanlarda olacağı kanaati içerisindeyim.
Bugün Türkiye'de hiçbir siyasi partinin tek başına %50+1'i sağlaması ne muhalefet için ne de iktidardaki AKP için mümkündür.
Sayın Erdoğan, İmralı ile işbirliği yapmak mecburiyetinde kalmıştır. Muhalefet cephesinde bu işbirliği zemini hangi ölçekte olur? Farklı stratejilerle, farklı gruplaşmalarla olabilme ihtimali olduğu kadar, sözlerimin arasında önemsediğim en önemli husus şudur: Muhalefet açısından bugünden bu rekabet zeminini koruyabilmek adına bir diyaloğun geliştirilmesidir. Bunu çok önemsiyorum.
Elbette, 2023 seçimlerinde ortaya çıkmış 6'lı Masa'nın da çok önemli bir fonksiyon gördüğü kanaati içerisindeyim. 2023'ün şartlarıyla bugün elbette değişen şartlar var. Siyasi partilerin pozisyonlanmalarından bu yaşadığımız güncel aktüel meselelere bakışına kadar farklılık olmakla beraber, önümüzdeki süreçte şartların icbar ettiği, mecbur bıraktığı bu doğal çerçeve dolayısıyla siyasi partiler gündemlerine mutlaka alacaklardır. Ancak ben, bundan daha fazlasını önemsiyorum: Türkiye'de rekabet zeminini koruyabilmektir.
İlk defa çok partili siyasi hayat içerisinde, milletimizin elinden sandıkta iktidarları değiştirme yetisinin alınmaya çalışıldığına şahit oluyoruz. İktidarı değiştirme noktasında siyasi güç potansiyeli taşıyan tüm siyasi partilerin ve siyasi aktörlerin, önümüzdeki süreçte daha fazlasıyla tehdit altında olacağı inancındayım. Bütün bu açılardan bakınca, bu keyfi düzenin; hukuk tanımaz, kanun tanımaz, anayasa tanımaz ve anayasayı çiğneyerek yargıçlara talimat verildiği bir dönemi de hep beraber görüyoruz. Bu, herkesin bildiği bir sır mahiyetinde ama gözümüzün önünde gerçekleşiyor.
Siyasallaşmış iddianamelerle ve milletimizin vicdanında karşılık bulmayacak soruşturmalarla, bu süreçte Ankara'yı adeta Moğol istilasından sonra gördüğü en büyük yağma hareketini icra etmiş olan Melih Gökçek dönemiyle ilgili hiçbir soruşturma açılmazken, bugün Sayın Yavaş'a, Sayın Mansur Yavaş'a çorba dağıttığı için soruşturma izni verildiğini görüyoruz. Trajikomik hadiseler bunlar. Bütün bunlar milletimizin gözü önünde cereyan ediyor.
Ancak sizin sorunuzun merkezinde bulunan konu şudur: Önümüzdeki süreçte hangi ölçekte ve hangi şekil içerisinde olur bilmem ama seçim sürecine doğru ilerlediğimizde bu manada siyasi partiler kendi pencerelerinden de bakarak birtakım işbirlikleri ortaya koyacaklardır.
Bir önceki seçimde olduğu gibi yine muhalefet büyük ölçüde tek bir çatı altında mı bir araya gelecek, yoksa farklı farklı gruplaşmalar içerisinde mi bir araya gelecek? Tek bir cumhurbaşkanı adayı etrafında mı bir araya gelecek, yoksa seçimin birinci turu için farklı farklı cumhurbaşkanı adaylarıyla mı mücadele içerisinde olacak? Bunları da önümüzdeki süreç gösterecektir.
İktidarın, yerel seçimden itibaren tehditlerle muhalefetteki il belediye başkanlarını kendi safına katabilmek için yargı sopasını da kullanarak, devletin bütçe sopasını da kullanarak, havuç-sopa politikası içerisinde kendi safına çekmesinin gayreti var. Şöyle haritayı gözümüzün önüne aldığımızda, ülkenin özellikle Ankara'dan batısında iktidarın birkaç belediyesi var. Onun dışında daha çok muhalefet belediyeleri bulunuyor.
1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni adeta ele geçirme mantığı içerisinde, kazandıkları andan itibaren Türkiye'de oradan oluşturulmuş birtakım fonlarla kendi siyasetlerini dizayn ettiler. Şimdi bu manada belediyelerin ellerinden gitmiş olmasının kendi adlarına "İstanbul'u kaybetmek, Türkiye'yi kaybedeceği manasına gelir" diye Sayın Erdoğan zaman zaman ifade etti.
Muhalefetteki belediyelerin bu manada sahip olduğu bütçe imkanlarını bile kullanmaktan, onun üzerine kısıtlar koymaktan, Büyük Millet Meclisi'nde farklı farklı düzenlemeler yaparak belediyelerin hareket sahasını daraltmaktan iktidarın bir temel stratejisi var. Bunu muhalefet belediyelerinin olduğu bölgelerde gözlemliyoruz. Ama maalesef, bütün bu kısıtlara rağmen milletimizin her şeye rağmen, asgari düzeyde de işleyen (işlemiş olsa) Türkiye'deki kamu düzeni içerisinde tanımlanmış maddi imkanlardan başlayarak, belediyelerimiz üstün bir performansı da göstermek mecburiyetindedir.
Eskişehir'e benim gelmemden daha tabii bir şey olamaz. Eskişehirli sayılırım. Ben aslen Afyonkarahisarlıyım. Ama siyasi mücadelemiz içerisinde de başta Eskişehir, tüm bölgedeki dostlarımızla beraber çok yakın diyaloglarımız, hukuklarımız oldu. Askerliğimi bile Bozüyük'te yaptım, onu da ifade etmiş olayım. O açıdan her vesileyle görüyoruz, Eskişehir bölgemizin hem ekonomik olarak hem de başta üniversitelerimiz olmak üzere önemli bir çekim merkezi olduğunu.
Dün de Büyükşehir Belediye Başkanımız Ayşe Ünlüce'yi ziyaretimizde ifade ettim. Eskişehir'imiz adeta Anadolu gibi, sinesinde Eskişehir'e gelmiş insanlarımızın geçmişini, kökenini sormadan kabul gösteren önemli bir sosyolojiye, iklime sahip. Bu da Eskişehir'imizin bu manada zenginleşmesine de vesile olduğunu görüyorum. Elbette siyasetin vazifesi, yerel yöneticiler de dahil olmak üzere, bulundukları mahalin potansiyelini ortaya çıkarmaktan geçer. Ümit ederim önümüzdeki süreçte Eskişehir'imiz de bu manada, geçmişte işte Türk Dünyası'nın Kültür Başkenti hüviyetiyle de pek çok önemli gündemleri yaşadı. Önümüzdeki süreçte Türkiye'nin parlayan yıldızı olarak daha fazlasıyla bir cazibe merkezi haline gelir ümidini ve temennisini paylaşmak istiyorum.
Sayın AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Komisyon'dan çekilmemekle beraber İmralı'ya gidişi onaylamadığı ve o komisyonu üye vermeyeceğini ifade etti. Bugün komisyonda Cumhuriyet Halk Partisi devam ediyor. Bizler kendi gerekçelerimizi ortaya koyarak komisyondan ayrıldık. Ama muhalefetin genel bir tutumu var. Ortak paydada dün olduğu gibi bugün de tutumu var. Ama bugün işaret ettiğiniz bir ortak anlayışla beraber böyle bir tutum içerisinde olunmadı. Ama önümüzdeki süreçte mutlaka ifade ettiğim çerçeve içerisinde karşılıklı birbirinin rızasını bugünden siyasi partiler gözetmeli. O manada da önemli gelişmeler olacağı inancındayım.
Gönlümüzü ister ki muhalefet partileri kendi aralarında değil, öncelikli olarak iktidara karşı büyük bir mücadele versin. O manada tabii ana muhalefet yüceliğiyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin de üzerinde farklı sorumlulukların olduğunu ifade edebilirim. Bütün bu alanın büyük bir stratejiyle beraber topyekün neticeyi üretecek formülleri Türkiye'de milletimizin önüne, seçmenin önüne koymakta fayda var.
Altılı Masa, milletimizin önüne bir oyun planı koymuştu. O manada pek çok eksik bıraktığımız alanlar dolayısıyla ve uzun süre iktidar olmuş rejimlere karşı sadece birkaç puanlık farklarla iktidarları değiştiremezsiniz. Adeta bir parti devletiyle yarışıyorsunuz. Kamunun imkanları, kamunun kaynakları, kamunun kolluğu, kamunun istihbaratı adeta bu mücadelede muhalefete karşı seferber edilmiş durumda. O açıdan da baktığımızda muhalefetin bu süreci işletirken iktidarın mücadele azmini de yok edecek, sandığın eşiğine bile getirmeden kaybedilmişlik psikolojisine sokma stratejisini bugünden ortaya koyması kanaati içerisindeyim.
O açıdan zaman zaman muhalefet partilerinin, Cumhuriyet Halk Partisi'nin, elbette karşılıklı olarak ortada bir yanlış buluyorlarsa birtakım değerlendirmeler yaparlar. Ama Demokrat Parti olarak biz, eğer bu noktada farklı düşüncelerimiz varsa, bunun da kanalları vardır. İlla bunları kamuoyu önünde ifade etmenin gerek olmadığı kanaati içerisindeyim. Ama elbette siyasi parti, hitap ettiği sosyoloji, seçmen yapısı itibarıyla zaman zaman farklı bir pozisyonlanma da yapabilir.
Çok temel düşüncemi ifade ettim. Son 23 yılda kaybeden üç büyük toplumsal kesim var. Bunların başında emeklilerimizden başlayarak dar gelirli vatandaşlarımız geliyor. İşleyen bir demokratik düzenin olması çok kıymetlidir. TÜİK'e yalancı dediğim ve sahtekâr dediğim için TÜİK beni mahkemeye verdi ve tazminat kazandı.
Türkiye'de sağlıklı bir enflasyonla mücadele programı işletilecekse, ki bunu tekrar ifade etmek isterim, öncelikli olarak emeklilerimizden başlayarak ücretli çalışanların yanlış hesaplar dolayısıyla kaybettiği refah payının, yine emeklilerimizden başlayarak çalışanlara iade edilmesinden geçtiği kanaatindeyim.
Adeta vatandaşımızı yoksulluğa mahkûm ederek, sosyal yardımlarla sadakatini satın almak için bir program uygulanıyor. Bu, bir tercih meselesidir. Türkiye'de bu yolsuzluk ve yağma düzeni olduğu müddetçe, ülkenin kaynakları bilerek ve istenerek farklı alanlara kaydırılırken, kirli kaynaklarla siyasetlerini finanse etmek için bu yapılanmaları yaparken, öbür tarafta emeklilerimize, müsaade ettikleri kadar hakka, hukuka ve refaha razı olmamız telkin ediliyor.
Bütün bunların karşısındayız. Bu büyük ülkede bir ülkenin gelişmişliğinin en önemli göstergesi, emeklilerinden başlayarak dezavantajlı gruplara nasıl muamele ettiğiyle alakalıdır. O açıdan inanıyorum ki başta enflasyon rakamlarının düzeltilmesi, ama onun ötesinde, ülkede yaşanmış bu enflasyon süreciyle, "nas politikası" dediğimiz süreçle beraber sadece emeklilerimiz değil, bugün öyle bir domino taşı etkisiyle bir dalga geliyor ki işletmelerin artık kârlılıklarını yitirdiği, rekabet gücünü kaybettiği, kapanma eşiğine geldiği böyle bir dalganın da içerisindeyiz.
Ancak emeklilerimizin yaşadığı bu refah kaybını bu anlayışla telafi etme şansımız yoktur. İktidar, bütçe açığını kapatabilmek için sürekli olarak farklı vesilelerle vergiler icat ediyor. Dolaylı vergiler üzerinden, özellikle emeklimizle birlikte Türkiye'de orta sınıfın bilinçli bir politikayla yok edildiğine şahit oluyoruz. Orta sınıf aynı zamanda demokrasi adına da demokrasinin orta direğidir.
Bizler, dün olduğu gibi bugün de orta direğin kuvvetlenmesini toplumsal istikrarımızın, toplumsal birlikteliğimizin en önemli direği olarak düşünüyoruz. Önümüzdeki süreçte Büyük Millet Meclisi'nde de muhalefet partileri bu manada bütün teklifleri ortaya koymuş olmasına rağmen, iktidarın bütün bunları reddederek bildiğini okuduğuna da şahit olduk.
O açıdan iktidarın bu anlayışı devam ettiği sürece, emeklilerimizin de şapkasını önüne koyarak, uzunca bir zaman emeklilerimizden de çok önemli siyasal destek aldılar, kendilerini yoksullaştıran politikalara sahip iktidarı ödüllendirerek yol alamayacağı kanaatindeyim.
Tek başına iktidar dönemleriyle bile mukayese etsek, bugün tabii Türkiye farklı bir durumda. Adeta bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne itirazımızın da temel kaynağı budur.
Bugün de itiraz etmemişiz. 1947 Demokrat Parti’nin 1. Büyük Kongresi’nde siyasi tarihimize Hürriyet Misakı olarak geçmiş. O belgede de itiraz etmişiz. Devlet Başkanlığı ile parti başkanlığının bir kişinin uhdesinde olmasının ortaya çıkartacağı yanlışlıklara itiraz etmişiz.
Bugün bunu yaşıyoruz. Demokrasiye, hukuk devletine inançlarının olmadığını bugün yaşanan hadiseler zaten bir turnusol testine tabi tuttu. Lehlerine işliyorsa demokrasi kabulleri, lehlerine işliyorsa hukuk devleti fikri kabulleri; ama aleyhlerine işliyorsa bütün bunları reddedebilme eşiğine geldiler.
İşlerine geldiği zaman zaman Menderes, Demokrat Parti demişlerdir. Ama işlerine gelmediği zaman "bizden önce ne yapıldı?" demişlerdir.
Bugün, bundan 64 yıl önce işte İmralı Adası Yassıada ile birlikte o kötü dönemin sembolü halindeyken bir kez daha millet iradesinin terörist başının ayağına gönderilerek bir kez daha katledildiğine zaten şahit olduk.
O açıdan baktığımızda iktidarın elindeki siyasi ihtisabı toplumsal mekanikle beraber bir toplumsal tabanı tutmaya çalıştığını görüyoruz. Kamu kaynaklarını, işte yakın zamanda Eskişehirimizde de birtakım tartışmalar, değerli il başkanımızın da yaptığı açıklamalar var. İktidarın yedeğindeki birtakım vakıflara kamunun kaynaklarının, otopark alanı olarak nasıl tahsis edildiğini konuşuyoruz.
Böyle bir düzen içerisindeyiz. O açıdan iktidarın belirli bir ölçekte bir varlığı var. Ama bugün artık o ölçek yetmiyor ki İmralı'daki terörist başıyla işbirliği yapma ihtiyacı içerisine girdiler. Çünkü bu sistemde işte bizler 2023’te %48 oy aldık ama seçimi kaybettik. Yani bu seçimin dengesi biraz böyle.
O açıdan ben iktidarın artık vatandaştan ümidi kestiği kanaati içerisindeyim. Bir de büyük bir kibirle beraber emeklilerimizden başlayarak tüm toplumsal kesimlere "Ya bu zamana kadar işte gördüğünüzle idare edin" gibi bir kibirle tavır sergilendiğine şahit oluyoruz. Tüccarlarımıza "bu zamana kadar kazandıklarınızla idare edin" denilmekte. Kimse Karlıdağ'dan karı bağışlamıyor. Bir lütufmuş gibi iktidar bunları sunmaya çalışıyor.
Ama ben önümüzdeki süreçte sadece, elbette siyaseten durduğumuz yer belli. İktidarın söyleyecek sözünün bittiği kanaatindeyim. Bir 5 yıl daha Sayın Erdoğan'a iktidar verilmiş olsa Türkiye'nin önüne hangi alanda, hangi tasavvuru, hangi hayali koyacak? Ben de açıkçası merak ediyorum.
İktidar sadece ve sadece bir kişinin ve onun ailesinin iktidarını devam ettirmesinin üzerine odaklanmış. O açıdan 86 milyon kaderini bir kişinin kaderine bağlayamaz."
En Çok Okunan Haberler