Bazen çok basit bir cümle, içinde yılların tortusunu, nesillerin suskunluğunu, toplumun köklü ezberlerini barındırır; “Kadın ve erkek -sadece- arkadaş olabilir mi?” Bu soru öyle sık sorulur oldu ki, artık “soru” olmaktan çıkıp, doğrudan bir şüpheye, daha doğrusu bir önyargıya dönüştü. Sanki cevabının “evet” olma ihtimali baştan itibaren imkansız sayılmış, hayatın içinden değil, bir ütopyanın içinden çıkıp gelmiş gibi. Oysa hayır, bu sadece mümkün değil, aynı zamanda zaruridir. Kadın ve erkek, iki insan gibi, birbirlerinin yol arkadaşı, sırdaşı, dostu olabilir. Hem de herhangi bir romantik ya da cinsel beklenti taşımadan.
Bu yazıyı yazma sebebim, sadece bu fikri savunmak değil; bu fikrin neden bu kadar dirençle ve neden hâlâ bu kadar şaşkınlıkla karşılandığını anlamaya ve anlatmaya çalışmak. Çünkü burada sadece bireysel inançlar değil, çok daha derin bir toplumsal kördüğüm var. Ve o düğümün çözülmesi gerekiyor.
Kadın ve erkek arasındaki her ilişkiyi potansiyel bir gerilim alanı olarak gören düşünce biçimi, aslında modernleşme ile birlikte ortadan kalkmamış, aksine daha derin ve görünmez şekillerde yaşamaya devam etmiştir. Bu bakış açısında kadın ve erkek arasında “nötr” bir zemin yoktur. Her etkileşim bir beklenti taşır; ya flört, ya duygusal bir ilişki, ya da en azından, bir şey olabilir mi, gölgesinde.
Bunun temel nedeni, ataerkil zihniyetin kadın ve erkeğe biçtiği rollerin hâlâ büyük ölçüde geçerliliğini koruyor olmasında yatıyor. Erkek özne, tarihsel olarak talep eden, yöneten, arzulayan konumunda yer alırken; kadın ise arzunun nesnesi, kararın muhatabı, karşılığın bekleneni olarak tanımlanmıştır. Bu ikilik, bireylerin değil, rollerin iletişim kurmasına neden olmuş, olmaya da devam ediyor. Ve böyle bir denklemde dostluk yalnızca mümkün değil, çoğu zaman "şüpheli" ilan ediliyor, ki bu çok can sıkıcı bir hâl almaya başladı.
Toplumun gözünde bir erkekle bir kadının dostluğu, birilerinin deyimiyle “ya eksiktir, ya da fazlası vardır.” Sanki aradaki her şey ya bastırılmış bir romantizmin önsözü ya da yanlış anlaşılmış bir arzunun suskunluğudur. Oysa bu fikir baştan aşağı sorunludur. Çünkü dostluk, insan olmanın en temel, en sade ama en kıymetli halidir. Beklentisizlikle, karşılıklılıkla, sınır bilinciyle ve özgürlükle kurulur. Bir cinsiyeti diğeri için sürekli olarak potansiyel tehdit ya da fırsat olarak görmek, hem kadınları hem de erkekleri ciddi anlamda zora sokmakta. Ve iyi niyetli ilişkileri zedelemekte. Ve daha da kötüsü, samimiyetin katili olma pozisyonunda.
Psikolojik açıdan bakıldığında da dostluk, bireyin en rafine ihtiyaçlarından biridir. Özellikle yetişkinlikte kurulan dostluklar, kişinin kendi dışındaki dünyaya nasıl bağlandığını, nasıl güven duyduğunu ve sınırlarını nasıl koruduğunu gösteren önemli bir göstergedir. Kadınla erkek arasında kurulan bir arkadaşlık, aslında bu göstergelerin çok daha bilinçli bir şekilde inşa edilmesini sağlar. Çünkü burada sadece anlaşmak değil, aynı zamanda toplumsal kodlara karşı birlikte yürümek gerekliliği de vardır.
Bu da dostluğu daha katmanlı ve güçlü kılacaktır.
Dahası, kadın erkek dostluğu; ilişkide sahip olma, kıskanma, sınır ihlali gibi meselelerin dışında bir yakınlık modeline örnek olabilmekte. Bu tür bağlarda kimse kimseye sahip olmak istemez. Çünkü sahiplik, dostluğun düşmanıdır. Yerine karşılıklı bir kabullenme, anlayış ve en önemlisi beklentisizlik gelir. Bu tür ilişkiler, bireyin kendi cinsiyet kimliğini daha sağlıklı ve daha esnek bir yerden kavramasını da sağlar. Erkek, kadınla dost olduğunda güç gösterisine, kadının duygularını fethetmeye ihtiyaç duymaz. Kadın, bir erkekle arkadaşlık kurduğunda kendini, toplumun dayattığı, uygun bir kadın, olarak konumlandırmak zorunda kalmaz.
Ahlaki bakımdan düşündüğümüzde de kadın ve erkek arasındaki dostluk, yüksek düzeyde erdem içerir. Gerçek dostluk, dürüstlük, sadelik, saygı ve samimiyet gibi değerlere dayanır. Bu tür bağlarda cinsiyet, yalnızca bir biyolojik veri olarak kalır. Dostluğun kendisi, cinsiyetin önüne geçer. Ve bu aslında modern toplumların ihtiyaç duyduğu en temel şeylerden biridir; cinsiyetten azade ilişkiler kurabilme yetisi.
Bence kadınla erkeğin yalnızca arkadaş olabileceği düşüncesi, aslında insanın iç dünyasındaki olgunlukla da doğrudan ilgilidir. Bu dostluklar, bireyin kendi sınırlarını ve karşısındakinin öznelliğini tanıyabildiği, gözetebildiği ve koruyabildiği ilişkiler sunar. Bu sebepledir ki, ben kadın erkek arkadaşlığını yalnızca mümkün değil, aynı zamanda çok değerli ve gerekli görüyorum. Hatta çoğu zaman hemcins dostluklarından bile daha öğretici ve geliştirici buluyorum.
Çünkü burada sadece bir anlayış değil, aynı zamanda önyargıya karşı verilen sessiz ama çok derin bir mücadele var. Birbirine yalnızca arkadaş olarak yaklaşabilmek, göründüğünden çok daha büyük bir bilinç göstergesidir. Sınırları aşmadan yakın olabilmek, cinselliği çağırmadan duygusal olarak var olabilmek, sahip olmadan sevebilmek... bunlar sıradan değil, çok kıymetli meziyetlerdir.
Dostluk, sahip olmanın değil, birlikte olmanın değerini bilir. Ve bir kadına ya da bir erkeğe yalnızca dost gözüyle bakabilmek, aslında o kişiyi tüm rolleri dışında, yalnızca insan olarak görebilme yetisidir.
Dolayısıyla mesele şudur; kadınla erkek arkadaş olduğunda değil, yalnızca arkadaş olamayacakları varsayıldığında yozlaşma başlar. Çünkü orada insanlık değil, sahip olma dürtüsü konuşur.
Ve bu yüzden kadınla erkeğin sadece arkadaş kalabilmesi değil, bu dostluğun bilerek, isteyerek, içtenlikle sürdürülebilmesi de çok kıymetlidir. Bu dostluklar toplumun içinde sessiz devrimler yaratır. O yüzden benim için bu sadece bir tercih değil; aynı zamanda bir toplumsal tutum, bir ahlaki duruş, bir vicdani seçimdir.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Süreyya Şahin
Kadın Erkek Arkadaşlığı ve Toplumsal Devrim
Bazen çok basit bir cümle, içinde yılların tortusunu, nesillerin suskunluğunu, toplumun köklü ezberlerini barındırır; “Kadın ve erkek -sadece- arkadaş olabilir mi?” Bu soru öyle sık sorulur oldu ki, artık “soru” olmaktan çıkıp, doğrudan bir şüpheye, daha doğrusu bir önyargıya dönüştü. Sanki cevabının “evet” olma ihtimali baştan itibaren imkansız sayılmış, hayatın içinden değil, bir ütopyanın içinden çıkıp gelmiş gibi. Oysa hayır, bu sadece mümkün değil, aynı zamanda zaruridir. Kadın ve erkek, iki insan gibi, birbirlerinin yol arkadaşı, sırdaşı, dostu olabilir. Hem de herhangi bir romantik ya da cinsel beklenti taşımadan.
Bu yazıyı yazma sebebim, sadece bu fikri savunmak değil; bu fikrin neden bu kadar dirençle ve neden hâlâ bu kadar şaşkınlıkla karşılandığını anlamaya ve anlatmaya çalışmak. Çünkü burada sadece bireysel inançlar değil, çok daha derin bir toplumsal kördüğüm var. Ve o düğümün çözülmesi gerekiyor.
Kadın ve erkek arasındaki her ilişkiyi potansiyel bir gerilim alanı olarak gören düşünce biçimi, aslında modernleşme ile birlikte ortadan kalkmamış, aksine daha derin ve görünmez şekillerde yaşamaya devam etmiştir. Bu bakış açısında kadın ve erkek arasında “nötr” bir zemin yoktur. Her etkileşim bir beklenti taşır; ya flört, ya duygusal bir ilişki, ya da en azından, bir şey olabilir mi, gölgesinde.
Bunun temel nedeni, ataerkil zihniyetin kadın ve erkeğe biçtiği rollerin hâlâ büyük ölçüde geçerliliğini koruyor olmasında yatıyor. Erkek özne, tarihsel olarak talep eden, yöneten, arzulayan konumunda yer alırken; kadın ise arzunun nesnesi, kararın muhatabı, karşılığın bekleneni olarak tanımlanmıştır. Bu ikilik, bireylerin değil, rollerin iletişim kurmasına neden olmuş, olmaya da devam ediyor. Ve böyle bir denklemde dostluk yalnızca mümkün değil, çoğu zaman "şüpheli" ilan ediliyor, ki bu çok can sıkıcı bir hâl almaya başladı.
Toplumun gözünde bir erkekle bir kadının dostluğu, birilerinin deyimiyle “ya eksiktir, ya da fazlası vardır.” Sanki aradaki her şey ya bastırılmış bir romantizmin önsözü ya da yanlış anlaşılmış bir arzunun suskunluğudur. Oysa bu fikir baştan aşağı sorunludur. Çünkü dostluk, insan olmanın en temel, en sade ama en kıymetli halidir. Beklentisizlikle, karşılıklılıkla, sınır bilinciyle ve özgürlükle kurulur. Bir cinsiyeti diğeri için sürekli olarak potansiyel tehdit ya da fırsat olarak görmek, hem kadınları hem de erkekleri ciddi anlamda zora sokmakta. Ve iyi niyetli ilişkileri zedelemekte. Ve daha da kötüsü, samimiyetin katili olma pozisyonunda.
Psikolojik açıdan bakıldığında da dostluk, bireyin en rafine ihtiyaçlarından biridir. Özellikle yetişkinlikte kurulan dostluklar, kişinin kendi dışındaki dünyaya nasıl bağlandığını, nasıl güven duyduğunu ve sınırlarını nasıl koruduğunu gösteren önemli bir göstergedir. Kadınla erkek arasında kurulan bir arkadaşlık, aslında bu göstergelerin çok daha bilinçli bir şekilde inşa edilmesini sağlar. Çünkü burada sadece anlaşmak değil, aynı zamanda toplumsal kodlara karşı birlikte yürümek gerekliliği de vardır.
Bu da dostluğu daha katmanlı ve güçlü kılacaktır.
Dahası, kadın erkek dostluğu; ilişkide sahip olma, kıskanma, sınır ihlali gibi meselelerin dışında bir yakınlık modeline örnek olabilmekte. Bu tür bağlarda kimse kimseye sahip olmak istemez. Çünkü sahiplik, dostluğun düşmanıdır. Yerine karşılıklı bir kabullenme, anlayış ve en önemlisi beklentisizlik gelir. Bu tür ilişkiler, bireyin kendi cinsiyet kimliğini daha sağlıklı ve daha esnek bir yerden kavramasını da sağlar. Erkek, kadınla dost olduğunda güç gösterisine, kadının duygularını fethetmeye ihtiyaç duymaz. Kadın, bir erkekle arkadaşlık kurduğunda kendini, toplumun dayattığı, uygun bir kadın, olarak konumlandırmak zorunda kalmaz.
Ahlaki bakımdan düşündüğümüzde de kadın ve erkek arasındaki dostluk, yüksek düzeyde erdem içerir. Gerçek dostluk, dürüstlük, sadelik, saygı ve samimiyet gibi değerlere dayanır. Bu tür bağlarda cinsiyet, yalnızca bir biyolojik veri olarak kalır. Dostluğun kendisi, cinsiyetin önüne geçer. Ve bu aslında modern toplumların ihtiyaç duyduğu en temel şeylerden biridir; cinsiyetten azade ilişkiler kurabilme yetisi.
Bence kadınla erkeğin yalnızca arkadaş olabileceği düşüncesi, aslında insanın iç dünyasındaki olgunlukla da doğrudan ilgilidir. Bu dostluklar, bireyin kendi sınırlarını ve karşısındakinin öznelliğini tanıyabildiği, gözetebildiği ve koruyabildiği ilişkiler sunar. Bu sebepledir ki, ben kadın erkek arkadaşlığını yalnızca mümkün değil, aynı zamanda çok değerli ve gerekli görüyorum. Hatta çoğu zaman hemcins dostluklarından bile daha öğretici ve geliştirici buluyorum.
Çünkü burada sadece bir anlayış değil, aynı zamanda önyargıya karşı verilen sessiz ama çok derin bir mücadele var. Birbirine yalnızca arkadaş olarak yaklaşabilmek, göründüğünden çok daha büyük bir bilinç göstergesidir. Sınırları aşmadan yakın olabilmek, cinselliği çağırmadan duygusal olarak var olabilmek, sahip olmadan sevebilmek... bunlar sıradan değil, çok kıymetli meziyetlerdir.
Dostluk, sahip olmanın değil, birlikte olmanın değerini bilir. Ve bir kadına ya da bir erkeğe yalnızca dost gözüyle bakabilmek, aslında o kişiyi tüm rolleri dışında, yalnızca insan olarak görebilme yetisidir.
Dolayısıyla mesele şudur; kadınla erkek arkadaş olduğunda değil, yalnızca arkadaş olamayacakları varsayıldığında yozlaşma başlar. Çünkü orada insanlık değil, sahip olma dürtüsü konuşur.
Ve bu yüzden kadınla erkeğin sadece arkadaş kalabilmesi değil, bu dostluğun bilerek, isteyerek, içtenlikle sürdürülebilmesi de çok kıymetlidir. Bu dostluklar toplumun içinde sessiz devrimler yaratır. O yüzden benim için bu sadece bir tercih değil; aynı zamanda bir toplumsal tutum, bir ahlaki duruş, bir vicdani seçimdir.