Türkiye’de Her 10 Kişiden 8'i İklim Değişikliğinden Endişeli
Türkiye’de Her 10 Kişiden 8'i İklim Değişikliğinden Endişeli
Pew Araştırma Merkezi’nin sekiz orta gelirli ülkede yaptığı araştırma, toplumların çoğunluğunun iklim değişikliğinden etkilendiklerini düşündüğünü ve bu etkilerle mücadele etmek için yaşamlarında değişiklik yapmaya gönüllü olduklarını ortaya koyuyor.
Haber Giriş Tarihi: 11.11.2025 10:40
Haber Güncellenme Tarihi: 11.11.2025 10:47
Kaynak:
Haber Merkezi
www.porsukhaberajansi.com
Türkiye’nin yüzde 82’si, iklim değişikliğinden bireysel olarak zarar göreceğinden
endişe ediyor. Pew Araştırma Merkezi’nin sekiz orta gelirli ülkede yaptığı
araştırma, toplumların çoğunluğunun iklim değişikliğinden etkilendiklerini
düşündüğünü ve bu etkilerle mücadele etmek için yaşamlarında değişiklik
yapmaya gönüllü olduklarını ortaya koyuyor. Türkiye’de halkın en büyük endişesi
ise kuraklık ve susuzluk (%75).
Pew Araştırma Merkezi’nin Türkiye’nin de aralarında bulunduğu sekiz orta gelirli
ülkede yaptığı anket, tüm ülkelerde toplumların çoğunluğunun iklim değişikliğinin
yaşadıkları bölgeyi etkilediğini düşündüklerini ve etkilerini azaltmak için
hayatlarında değişiklik yapmaya gönüllü olduklarını ortaya koyuyor.
Türkiye’nin yanı sıra Arjantin, Brezilya, Hindistan, Endonezya, Kenya, Meksika,
Nijerya ve Güney Afrika’da 12 bin 375 kişiyle yüz yüze yapılan ankete göre,
katılımcıların büyük çoğunluğu iklim değişikliğinden bireysel olarak zarar görme
endişesi taşıyor. Bu oran çoğu ülkede %80’in üzerinde, Türkiye’de ise yüzde 82.
Türkiye’de katılımcıların yüzde 75’i için en büyük endişe kuraklık ve susuzluk.
Ankara Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Başar Baysal, bu sonucu, iklim değişikliğinin etkilerine dair farkındalığın
artmasıyla açıklıyor. Susuzluk gıda güvenliğiyle doğrudan ilişkili olduğu için, bu
endişenin öne çıkmasının anlaşılır olduğunu belirten Baysal, ankette dikkat
çeken bir başka bulgunun, sıcak hava dalgalarına yönelik endişenin düşük
olması olduğunu söylüyor.
Türkiye’nin son beş yılda yaygın ve büyük çaplı yangınlar yaşadığını hatırlatan
Baysal, buna rağmen sıcak hava dalgalarının öncelikli bir tehdit olarak
görülmemesini ‘‘yangınlar ile sıcak hava dalgaları arasındaki ilişkiye dair
farkındalığın henüz oluşmamasına’’ bağlıyor.
Baysal, araştırmanın, Türkiye’de iklim yasası tartışmalarının sürdüğü ve aynı
dönemde iklim karşıtı sosyal medya kampanyalarının yoğunlaştığı bir zamanda
yapıldığına dikkat çekiyor. Bu süreçte ‘‘yapay et yemek zorunda kalacağız’’,
‘‘tarım arazilerine el konulacak’’ ya da ‘‘iklim değişikliği bir küresel komplodur’’
gibi asılsız iddiaların yaygınlaştığını hatırlatan Baysal’a göre, bu tür
dezenformasyonların anket sonuçlarını kısmen etkilemiş olması mümkün.
Yine de Baysal, Türkiye dâhil tüm ülkelerde iklim değişikliği farkındalığının
yüksek, iklim şüpheciliğinin ise düşük olduğunu vurguluyor:
‘‘Ankette yer alan ülkeler, ‘orta gelir seviyesindeki ülkeler’ olarak sunulmuş.
Ancak iklim çalışmaları perspektifinden bakarsak, bunları gelişmekte olan ve
iklim değişikliğinde tarihi sorumluluğu olmayan ülkeler olarak da tarif edebiliriz.
Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalığın bu denli yüksek olması
son derece kıymetli.’’
Ankara Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Başar Baysal’ın çalışmaya dair değerlendirmeleri şu şekilde;
En büyük endişe kuraklık ve susuzluk
Türkiye’de toplumun %75’inin en büyük endişesi, kuraklık ve susuzluk. Aynı oran
2015’te %35’miş. Bence bu, farkındalığın artması ile ilgili. ‘‘İklim değişikliği bir
köpekbalığı ise dişleri su güvenliğidir, suya yönelik tehdittir,’’ diye bir söz vardır.
Su, çok boyutlu bir konu; su güvenliği deyince işin içine gıda güvenliği de giriyor
çünkü tarımla da doğrudan bağlantılı.
Türkiye’de bu endişe çok ayrışarak artmış ve diğer ülkelere yaklaşmış. Bu
çalışma kapsamında yer alan diğer ülkelerde de temel olarak su ve gıda
güvenliğine yönelik endişe görüyoruz. İnsanların hayatını doğrudan
etkileyebilecek bir konu olduğundan bu endişenin öne çıkması normal. Geçen yıl
İstanbul Politikalar Merkezi’nde yaptığımız çalışmada da iklim değişikliğinin
yarattığı en önemli tehdit, benzer olarak su güvenliği çıkmıştı.
Biliyorsunuz her yıl yaz aylarında ‘‘İstanbul’un barajlarında iki aylık/15 günlük su
kaldı,’’ gibi haberler görüyoruz. Dolayısıyla toplum bununla yüz yüze geliyor ve
doğrudan hayatını etkileyen bir tehdit hissediyor. Çevresel konularla ile ilgili
uluslararası toplumdaki dönüşüme baktığımızda da insanların farkındalığının,
buna bağlı gayretlerin, Çernobil faciası ya da ozon tabakasının incelmesi gibi
tehlikelere maruz kaldıktan sonra arttığını görüyoruz. Baraj sularının azalması,
yangınlar ya da seller gibi insanları doğrudan etkileyen tehditler karşımıza
çıktıkça, Türkiye’de de insanların farkındalığı artıyor.
Yangınların iklim değişikliği ile ilişkisi göz ardı ediliyor
Burada başka bir durum dikkatimi çekti: Hem Türkiye’de hem de dünyanın
genelinde, sıcak hava dalgalarına dair endişe çok düşük. Aslında bildiğiniz gibi
Türkiye’de son beş yılda çok büyük yangınlar yaşadık. Bu yıl da yaşandı,
2021’de yaygın ve büyük çaplı yangınlar oldu. Bu konu da her yaz toplumun ve
siyasetin gündeminde yer alıyor. Buna karşın sıcak hava dalgalarına yönelik
endişenin çok düşük olduğunu görüyoruz.
Bence sıcak hava dalgalarının tehdit olarak öncelenmemesi, yangınlar ile sıcak
hava dalgaları arasındaki ilişkiye dair farkındalığın henüz oluşmamasından
kaynaklanıyor. Bu konuda, farklı grupların yangınları çıkardığına dair birçok iddia
ortaya atılıyor ve böylelikle iklim değişikliğinin yarattığı temel etki göz ardı
ediliyor. İnsanların bu gibi daha basit açıklamalara inanması çok daha kolay.
Ama aslında yangınların iklim değişikliği ile ilişkisi, bilimsel olarak netlikle ortaya
konulmuş bir şey. Sıcak hava dalgalarından dolayı hem havadaki nem hem de
ormandaki yanıcı maddelerin nemi azalıyor ve yanıcılığı artıyor. Yangınların
sıklığı ve şiddeti artıyor. Oysa Türkiye gündeminde, bu temel ilişkiden ziyade,
yangınların ortaya çıkmasındaki farklı sebepler tartışılıyor. Belki de bu nedenle,
sıcak hava dalgaları henüz çok önemsenen bir tehdit gibi görünmüyor.
Yangınlarla ilgili bir düşman belirlerseniz - örneğin ‘‘teröristler yaktı’’ derseniz -
suçluyu bulmuş ve kalan herkesi aklamış oluyorsunuz. Bazı sorumluluklardan da
kaçınmış oluyorsunuz böylece.
Öte yandan yangınları tamamen iklim değişikliğine bağlamak da sorumluluktan
kurtulma aracı haline gelebilir. Eskiden hayatımızda ‘‘trafik canavarı’’ diye bir
kavram vardı; tüm trafik kazalarının trafik canavarlarından kaynaklandığı şeklinde
bir algı yaratılıyor ve yolların daha iyi yapılması gerekliliği, cezaların
ağırlaştırılması gibi tedbirler, tartışma kapsamının dışına atılıyordu. İklim
değişikliği ve yangınlar söz konusu olduğunda da, sorumluluğu tamamen soyut
ve yenilmesi mümkün olmayan bir ‘‘iklim canavarına’’ atmak, sorumluluktan
kurtulmak için bir yöntem olabilir - bu riski de vurgulamak isterim.
Hayatında değişiklik yapma isteği düşük
Bu çalışmanın iki temel kısmı var. İlkinde algılara bakıyor: İklim değişikliğini
bölgemiz için tehdit olarak görüyor muyuz? Bireysel olarak endişeli miyiz? Hangi
tehdidi önceliyoruz?
Bu noktada diğer ülkeler gibi Türkiye’de de farkındalık ve endişe yüksek. Toplum,
iklim değişikliğinin tehlikeli olduğunu ve kendi hayatlarını etkileyeceğini biliyor.
Anketin ikinci kısmı ise iklim değişikliği ile başa çıkmaya dair. ‘‘İklim değişikliği ile
mücadeleden kim sorumlu? Kimler bu tehditle başa çıkmada başarı sağlayabilir?
Kimler, hayatında değişiklikler yapmaya ne derece gönüllü?’’ sorularına odaklanıyor.
Türkiye işte burada diğer ülkelerden ayrışıyor. Evet, farkındalık yüksek ama
bireysel olarak hayatlarında değişiklik yapma isteği diğer ülkelerde %80 iken
Türkiye’de %57.
Bunda neler etkili olabilir? Öncelikle şunu söyleyeyim: Bizim geçen sene
yaptığımız ankette, Türkiye’de iklim değişikliği konusunda yetkililerin yeterince
tedbir almadığını söyleyenlerin oranı %80 çıkmıştı. Bu çalışma ise bireysel
değişiklik yapma konusundaki gönüllülüğün çok düşük olduğunu gösteriyor.
Dolayısıyla aslında tedbir alınmasına dair bir istek var. Ama ‘‘tedbiri ben bireysel
olarak almayayım, devlet alsın,’’ gibi bir yaklaşım söz konusu olabilir. Bu
meselenin aslı, araştırılmaya muhtaç. Türkiye’de vatandaşla devlet arasındaki
ilişkinin bu durumuna etkisinin araştırılması gerekiyor olabilir.
Diğer taraftan, sorulan soru da çok genel. Hayatınızda değişiklik yapmak derken,
bu değişikliğin ne olacağı net değil. Türkiye’de iklim yasası sürecinde iklim karşıtı
bir sosyal medya kampanyası yürütüldü. Biz kendi yaptığımız çalışmadan, bu
kampanyanın 2025 yılı Ocak ayında başladığını ve Temmuz ayında iklim yasası
çıkana kadar devam ettiğini biliyoruz. ‘‘Yapay et yemek zorunda kalacağız’’,
‘‘tarım arazilerine el konulacak’’ veya ‘‘iklim değişikliği bir küresel komplodur’’ gibi
çeşitli söylemler yaygınlaştı. Özgürlüklerin kısıtlanacağına, tarım vergisi
geleceğine, karbon vergisi geleceğine dair doğru olmayan birçok iddia ortaya
atıldı. Bu anket de tam olarak Ocak ve Nisan ayları arasında yapılmış.
Dolayısıyla net söylemek mümkün değil ama ankete katılanların ‘‘hayatında
değişiklik yapmak’’tan anladıkları, bu sosyal medya kampanyasında ortaya atılan
yapay et yemek zorunda kalacakları veya tarım arazilerinin vergilendirileceği gibi,
aslında gerçek olmayan konular olmuş olabilir. Ve bu değişikliği yapmak
istemediklerini ifade etmiş olabilirler.
Türkiye’nin uluslararası topluma inancı düşük
Uluslararası toplumun iklim değişikliği sorununu çözebileceğine dair inanç,
Türkiye’de diğer ülkelere düşük; bu konuda, anketin yapıldığı diğer ülkelerden net
biçimde ayrışıyoruz. Bunun sebeplerini araştırmak gerekir ama benim aklıma
gelen şu: Öncelikle Türkiye’de, Batı’nın ikiyüzlülüğüyle sürekli muhatap olunduğu
düşüncesi oldukça yaygın. Kıbrıs meselesi, Avrupa Birliği üyeliği gibi çeşitli
örnekler verebiliriz. Bunun doğruluğunu yanlışlığını bir tarafa koysak bile,
Türkiye’de böyle bir algı var ve bu algı, çıkan sonuçta etkili olmuş olabilir.
İkinci olarak yine bu anketin, iklim yasasıyla ilgili dezenformasyon sürecine denk
gelmiş olması etkili olabilir. Çünkü bu sosyal medya kampanyasının en temel
öğelerinden birisi, iklim değişikliğinin küresel bir komplo olduğuna yönelikti.
İnsanlara yapay et yedirmek ya da tarımı bitirmek için yapılan küresel bir komplo
olduğu söylendi. Eğer iklim değişikliğinin küresel bir komplo olduğunu
düşünürseniz, tabii ki uluslararası toplumun bu sorunu çözeceğine de
inanmazsınız.
Sorumluluğun aslan payı, tarihi sorumluluğu yüksek ülkelerde
Ankette aynı zamanda iklim değişikliği ile mücadeleden kimin daha çok sorumlu
olduğuna dair de bir soru var. Çözüm için daha zengin ülkeler mi yoksa daha çok
kirleten ülkeler mi daha fazla çaba göstermeli diye soruluyor. Bence bu sorunun
sorulmasında bir sıkıntı var: ‘‘Kirleten ülke’’ dendiğinde, bugün kirletenlerden mi
yoksa tarihsel sorumluluklar da göz önünde bulundurulduğunda daha çok
kirletmiş olanlardan mı söz ediliyor? Bence bu soru, ‘‘tarihi kirletme sorumluluğu
olan ülkeler’’ olarak sormuş olsalardı, Türkiye’de buna destek daha yüksek
olabilirdi. Zaten küresel iklim politikalarında da oturmuş norm bu şekilde, tarihsel
olarak kirletme sorumluluğu olan ülkelerin daha fazla çaba göstermesi gerekir.
Bu soruya Türkiye ve Hindistan hariç tüm ülkelerde, daha çok kirleten ülkelerin
daha çok çaba harcaması gerektiği şeklinde yanıt verilmiş. Hindistan’da da ‘‘daha
zengin ülkeler yapsın,’’ denmiş. Bildiğiniz gibi Türkiye, karbon salımlarını
azaltmaya yönelik adımlarını zamana yayarak atıyor. Kendi ekonomisinin
yeterince güçlü olmadığını, önce sanayileşmiş ülkelerin zamanında yaptığını
yaparak güçlenmesi gerektiğini öne sürüyor.
Aşırı teknik dil, toplumu komplo teorilerine açık hâle getiriyor
Geçen sene yaptığımız ankette, toplumun iklim değişikliği konusundaki
farkındalığı oldukça yüksek çıkmıştı. Buna rağmen bu sene dezenformasyon
kampanyası döneminde yapılan bu ankette, iklim değişikliğine olan inancın biraz
daha düştüğü izlenimi ortaya çıkıyor. Bu, yapılan sosyal medya kampanyasının
sınırlı da olsa başarılı olduğunu gösteriyor. Bu da iklim değişikliğine olan inancın
kırılganlığına işaret ediyor.
Bence bunun temel bir sebebi var: Aşırı teknikleşme. İklim değişikliğiyle ilgili
raporlar, örneğin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları, çok
teknik. Bu konuyla doğrudan, bilimsel olarak ilgilenmeyen bir insanın okuyup
anlaması çok zor. Bunların anlaşılması çok zor olduğu için de insanlar, sosyal
medya kampanyasındaki gibi, doğal et yiyemeyeceklerine, tarım arazilerine el
konulacağına dair daha kolay anlaşılan ve sorunu çöziümlediğini iddia eden
komploları ve argümanları çok kolay satın alabiliyor.
Bakanlık da bu durumun farkına vardı ve Temmuz ayında bu iddialara yönelik bir
cevap yayınladı. ‘‘ İklim Kanunu Gerçekleri ’’ şeklinde bir paylaşım yaparak bu
komplovari iddialara cevap verdi.
Bu konuda iş siyasetçilerin yanında, bence biz sosyal bilimcilere düşüyor. Bu
konuyu insanlara anlatabilmemiz gerekli ki bu sosyal medya kampanyası gibi
tuzaklara düşmesinler, genel ve daha az kırılgan bir farkındalık oluşabilsin. Veri
olsun, bilgi olsun, ancak bunlar aşırı teknikleşmiş olduğunda bu sefer insanlar
ondan kaçıyor.
Gençler harekete geçmeye gönüllü
Biz geçen sene hazırladığımız raporda, iklim farkındalığının yaşla değiştiğine dair
çok anlamlı bir ilişki bulamamıştık. Oysa bu raporda, genç nesillerin harekete
geçmeye daha olumlu baktığını görüyoruz. Bunu okuduğumda çok mutlu oldum.
Anketler çoğunlukla telefondan veya online yapılıyor, oysa bu anket yüz yüze
yapılmış ve bu yönüyle çok kıymetli. Yüz yüze yapılması, toplumun farklı
kesimlerine ulaşabildiklerini, daha derinlemesine sonuçlar edinebildiklerini
gösteriyor. O yüzden bu anketin verisine güvenmek istiyorum.
Evet, gençler daha hassas: Hem farkındalıkları daha yüksek hem de bireysel
olarak kendi hayatlarında değişiklik yapmaya daha gönüllüler. Aynı zamanda
eğitim seviyesi de artıyor ve eğitim seviyesi arttıkça hem bu konudaki farkındalık
hem de bireysel hayatlarında değişiklik yapma konusundaki gönüllülük artıyor.
Belki şöyle bir sebebi de olabilir: İklim yasası sürecindeki sosyal medya
kampanyası, belli yaş üstündeki insanları daha çok etkilemiş olabilir. Üst yaş
grubu, bu argümanlara daha kolay inanmış olabilir. Gençler daha sorgulayıcı
olmuşlar ve çok da kolay inanmamışlardır diye düşünüyorum.
Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalık çok yüksek
Genel olarak bakacak olursak, her ne kadar biz küçük ayrışmaları
anlamlandırmaya çalışsak da genel olarak Türkiye de dahil olmak üzere çalışma
kapsamındaki ülkeler farkındalık oldukça yüksek ve bu çok sevindirici. Belki
ankette doğrudan sorulmamış ama buradan çıkarılabilecek bir diğer sonuç da
iklim şüpheciliğinin son derece düşük seviyelerde olması.
Ankette yer alan ülkeler, ‘‘orta gelir seviyesindeki ülkeler’’ olarak sunulmuş.
Ancak iklim çalışmaları perspektifinden bakarsak, bunları gelişmekte olan ve
iklim değişikliğinde tarihi sorumluluğu olmayan ülkeler olarak da tarif edebiliriz.
Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalığın bu denli yüksek olması
son derece kıymetli.''
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Türkiye’de Her 10 Kişiden 8'i İklim Değişikliğinden Endişeli
Pew Araştırma Merkezi’nin sekiz orta gelirli ülkede yaptığı araştırma, toplumların çoğunluğunun iklim değişikliğinden etkilendiklerini düşündüğünü ve bu etkilerle mücadele etmek için yaşamlarında değişiklik yapmaya gönüllü olduklarını ortaya koyuyor.
Türkiye’nin yüzde 82’si, iklim değişikliğinden bireysel olarak zarar göreceğinden
endişe ediyor. Pew Araştırma Merkezi’nin sekiz orta gelirli ülkede yaptığı
araştırma, toplumların çoğunluğunun iklim değişikliğinden etkilendiklerini
düşündüğünü ve bu etkilerle mücadele etmek için yaşamlarında değişiklik
yapmaya gönüllü olduklarını ortaya koyuyor. Türkiye’de halkın en büyük endişesi
ise kuraklık ve susuzluk (%75).
Pew Araştırma Merkezi’nin Türkiye’nin de aralarında bulunduğu sekiz orta gelirli
ülkede yaptığı anket, tüm ülkelerde toplumların çoğunluğunun iklim değişikliğinin
yaşadıkları bölgeyi etkilediğini düşündüklerini ve etkilerini azaltmak için
hayatlarında değişiklik yapmaya gönüllü olduklarını ortaya koyuyor.
Türkiye’nin yanı sıra Arjantin, Brezilya, Hindistan, Endonezya, Kenya, Meksika,
Nijerya ve Güney Afrika’da 12 bin 375 kişiyle yüz yüze yapılan ankete göre,
katılımcıların büyük çoğunluğu iklim değişikliğinden bireysel olarak zarar görme
endişesi taşıyor. Bu oran çoğu ülkede %80’in üzerinde, Türkiye’de ise yüzde 82.
Türkiye’de katılımcıların yüzde 75’i için en büyük endişe kuraklık ve susuzluk.
Ankara Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Başar Baysal, bu sonucu, iklim değişikliğinin etkilerine dair farkındalığın
artmasıyla açıklıyor. Susuzluk gıda güvenliğiyle doğrudan ilişkili olduğu için, bu
endişenin öne çıkmasının anlaşılır olduğunu belirten Baysal, ankette dikkat
çeken bir başka bulgunun, sıcak hava dalgalarına yönelik endişenin düşük
olması olduğunu söylüyor.
Türkiye’nin son beş yılda yaygın ve büyük çaplı yangınlar yaşadığını hatırlatan
Baysal, buna rağmen sıcak hava dalgalarının öncelikli bir tehdit olarak
görülmemesini ‘‘yangınlar ile sıcak hava dalgaları arasındaki ilişkiye dair
farkındalığın henüz oluşmamasına’’ bağlıyor.
Baysal, araştırmanın, Türkiye’de iklim yasası tartışmalarının sürdüğü ve aynı
dönemde iklim karşıtı sosyal medya kampanyalarının yoğunlaştığı bir zamanda
yapıldığına dikkat çekiyor. Bu süreçte ‘‘yapay et yemek zorunda kalacağız’’,
‘‘tarım arazilerine el konulacak’’ ya da ‘‘iklim değişikliği bir küresel komplodur’’
gibi asılsız iddiaların yaygınlaştığını hatırlatan Baysal’a göre, bu tür
dezenformasyonların anket sonuçlarını kısmen etkilemiş olması mümkün.
Yine de Baysal, Türkiye dâhil tüm ülkelerde iklim değişikliği farkındalığının
yüksek, iklim şüpheciliğinin ise düşük olduğunu vurguluyor:
‘‘Ankette yer alan ülkeler, ‘orta gelir seviyesindeki ülkeler’ olarak sunulmuş.
Ancak iklim çalışmaları perspektifinden bakarsak, bunları gelişmekte olan ve
iklim değişikliğinde tarihi sorumluluğu olmayan ülkeler olarak da tarif edebiliriz.
Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalığın bu denli yüksek olması
son derece kıymetli.’’
Ankara Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Başar Baysal’ın çalışmaya dair değerlendirmeleri şu şekilde;
En büyük endişe kuraklık ve susuzluk
Türkiye’de toplumun %75’inin en büyük endişesi, kuraklık ve susuzluk. Aynı oran
2015’te %35’miş. Bence bu, farkındalığın artması ile ilgili. ‘‘İklim değişikliği bir
köpekbalığı ise dişleri su güvenliğidir, suya yönelik tehdittir,’’ diye bir söz vardır.
Su, çok boyutlu bir konu; su güvenliği deyince işin içine gıda güvenliği de giriyor
çünkü tarımla da doğrudan bağlantılı.
Türkiye’de bu endişe çok ayrışarak artmış ve diğer ülkelere yaklaşmış. Bu
çalışma kapsamında yer alan diğer ülkelerde de temel olarak su ve gıda
güvenliğine yönelik endişe görüyoruz. İnsanların hayatını doğrudan
etkileyebilecek bir konu olduğundan bu endişenin öne çıkması normal. Geçen yıl
İstanbul Politikalar Merkezi’nde yaptığımız çalışmada da iklim değişikliğinin
yarattığı en önemli tehdit, benzer olarak su güvenliği çıkmıştı.
Biliyorsunuz her yıl yaz aylarında ‘‘İstanbul’un barajlarında iki aylık/15 günlük su
kaldı,’’ gibi haberler görüyoruz. Dolayısıyla toplum bununla yüz yüze geliyor ve
doğrudan hayatını etkileyen bir tehdit hissediyor. Çevresel konularla ile ilgili
uluslararası toplumdaki dönüşüme baktığımızda da insanların farkındalığının,
buna bağlı gayretlerin, Çernobil faciası ya da ozon tabakasının incelmesi gibi
tehlikelere maruz kaldıktan sonra arttığını görüyoruz. Baraj sularının azalması,
yangınlar ya da seller gibi insanları doğrudan etkileyen tehditler karşımıza
çıktıkça, Türkiye’de de insanların farkındalığı artıyor.
Yangınların iklim değişikliği ile ilişkisi göz ardı ediliyor
Burada başka bir durum dikkatimi çekti: Hem Türkiye’de hem de dünyanın
genelinde, sıcak hava dalgalarına dair endişe çok düşük. Aslında bildiğiniz gibi
Türkiye’de son beş yılda çok büyük yangınlar yaşadık. Bu yıl da yaşandı,
2021’de yaygın ve büyük çaplı yangınlar oldu. Bu konu da her yaz toplumun ve
siyasetin gündeminde yer alıyor. Buna karşın sıcak hava dalgalarına yönelik
endişenin çok düşük olduğunu görüyoruz.
Bence sıcak hava dalgalarının tehdit olarak öncelenmemesi, yangınlar ile sıcak
hava dalgaları arasındaki ilişkiye dair farkındalığın henüz oluşmamasından
kaynaklanıyor. Bu konuda, farklı grupların yangınları çıkardığına dair birçok iddia
ortaya atılıyor ve böylelikle iklim değişikliğinin yarattığı temel etki göz ardı
ediliyor. İnsanların bu gibi daha basit açıklamalara inanması çok daha kolay.
Ama aslında yangınların iklim değişikliği ile ilişkisi, bilimsel olarak netlikle ortaya
konulmuş bir şey. Sıcak hava dalgalarından dolayı hem havadaki nem hem de
ormandaki yanıcı maddelerin nemi azalıyor ve yanıcılığı artıyor. Yangınların
sıklığı ve şiddeti artıyor. Oysa Türkiye gündeminde, bu temel ilişkiden ziyade,
yangınların ortaya çıkmasındaki farklı sebepler tartışılıyor. Belki de bu nedenle,
sıcak hava dalgaları henüz çok önemsenen bir tehdit gibi görünmüyor.
İklim değişikliğinin varlığı, sorumluluktan kurtarmaz
Yangınlarla ilgili bir düşman belirlerseniz - örneğin ‘‘teröristler yaktı’’ derseniz -
suçluyu bulmuş ve kalan herkesi aklamış oluyorsunuz. Bazı sorumluluklardan da
kaçınmış oluyorsunuz böylece.
Öte yandan yangınları tamamen iklim değişikliğine bağlamak da sorumluluktan
kurtulma aracı haline gelebilir. Eskiden hayatımızda ‘‘trafik canavarı’’ diye bir
kavram vardı; tüm trafik kazalarının trafik canavarlarından kaynaklandığı şeklinde
bir algı yaratılıyor ve yolların daha iyi yapılması gerekliliği, cezaların
ağırlaştırılması gibi tedbirler, tartışma kapsamının dışına atılıyordu. İklim
değişikliği ve yangınlar söz konusu olduğunda da, sorumluluğu tamamen soyut
ve yenilmesi mümkün olmayan bir ‘‘iklim canavarına’’ atmak, sorumluluktan
kurtulmak için bir yöntem olabilir - bu riski de vurgulamak isterim.
Hayatında değişiklik yapma isteği düşük
Bu çalışmanın iki temel kısmı var. İlkinde algılara bakıyor: İklim değişikliğini
bölgemiz için tehdit olarak görüyor muyuz? Bireysel olarak endişeli miyiz? Hangi
tehdidi önceliyoruz?
Bu noktada diğer ülkeler gibi Türkiye’de de farkındalık ve endişe yüksek. Toplum,
iklim değişikliğinin tehlikeli olduğunu ve kendi hayatlarını etkileyeceğini biliyor.
Anketin ikinci kısmı ise iklim değişikliği ile başa çıkmaya dair. ‘‘İklim değişikliği ile
mücadeleden kim sorumlu? Kimler bu tehditle başa çıkmada başarı sağlayabilir?
Kimler, hayatında değişiklikler yapmaya ne derece gönüllü?’’ sorularına odaklanıyor.
Türkiye işte burada diğer ülkelerden ayrışıyor. Evet, farkındalık yüksek ama
bireysel olarak hayatlarında değişiklik yapma isteği diğer ülkelerde %80 iken
Türkiye’de %57.
Bunda neler etkili olabilir? Öncelikle şunu söyleyeyim: Bizim geçen sene
yaptığımız ankette, Türkiye’de iklim değişikliği konusunda yetkililerin yeterince
tedbir almadığını söyleyenlerin oranı %80 çıkmıştı. Bu çalışma ise bireysel
değişiklik yapma konusundaki gönüllülüğün çok düşük olduğunu gösteriyor.
Dolayısıyla aslında tedbir alınmasına dair bir istek var. Ama ‘‘tedbiri ben bireysel
olarak almayayım, devlet alsın,’’ gibi bir yaklaşım söz konusu olabilir. Bu
meselenin aslı, araştırılmaya muhtaç. Türkiye’de vatandaşla devlet arasındaki
ilişkinin bu durumuna etkisinin araştırılması gerekiyor olabilir.
Dezenformasyon, anket sonuçlarını etkilemiş olabilir
Diğer taraftan, sorulan soru da çok genel. Hayatınızda değişiklik yapmak derken,
bu değişikliğin ne olacağı net değil. Türkiye’de iklim yasası sürecinde iklim karşıtı
bir sosyal medya kampanyası yürütüldü. Biz kendi yaptığımız çalışmadan, bu
kampanyanın 2025 yılı Ocak ayında başladığını ve Temmuz ayında iklim yasası
çıkana kadar devam ettiğini biliyoruz. ‘‘Yapay et yemek zorunda kalacağız’’,
‘‘tarım arazilerine el konulacak’’ veya ‘‘iklim değişikliği bir küresel komplodur’’ gibi
çeşitli söylemler yaygınlaştı. Özgürlüklerin kısıtlanacağına, tarım vergisi
geleceğine, karbon vergisi geleceğine dair doğru olmayan birçok iddia ortaya
atıldı. Bu anket de tam olarak Ocak ve Nisan ayları arasında yapılmış.
Dolayısıyla net söylemek mümkün değil ama ankete katılanların ‘‘hayatında
değişiklik yapmak’’tan anladıkları, bu sosyal medya kampanyasında ortaya atılan
yapay et yemek zorunda kalacakları veya tarım arazilerinin vergilendirileceği gibi,
aslında gerçek olmayan konular olmuş olabilir. Ve bu değişikliği yapmak
istemediklerini ifade etmiş olabilirler.
Türkiye’nin uluslararası topluma inancı düşük
Uluslararası toplumun iklim değişikliği sorununu çözebileceğine dair inanç,
Türkiye’de diğer ülkelere düşük; bu konuda, anketin yapıldığı diğer ülkelerden net
biçimde ayrışıyoruz. Bunun sebeplerini araştırmak gerekir ama benim aklıma
gelen şu: Öncelikle Türkiye’de, Batı’nın ikiyüzlülüğüyle sürekli muhatap olunduğu
düşüncesi oldukça yaygın. Kıbrıs meselesi, Avrupa Birliği üyeliği gibi çeşitli
örnekler verebiliriz. Bunun doğruluğunu yanlışlığını bir tarafa koysak bile,
Türkiye’de böyle bir algı var ve bu algı, çıkan sonuçta etkili olmuş olabilir.
İkinci olarak yine bu anketin, iklim yasasıyla ilgili dezenformasyon sürecine denk
gelmiş olması etkili olabilir. Çünkü bu sosyal medya kampanyasının en temel
öğelerinden birisi, iklim değişikliğinin küresel bir komplo olduğuna yönelikti.
İnsanlara yapay et yedirmek ya da tarımı bitirmek için yapılan küresel bir komplo
olduğu söylendi. Eğer iklim değişikliğinin küresel bir komplo olduğunu
düşünürseniz, tabii ki uluslararası toplumun bu sorunu çözeceğine de
inanmazsınız.
Sorumluluğun aslan payı, tarihi sorumluluğu yüksek ülkelerde
Ankette aynı zamanda iklim değişikliği ile mücadeleden kimin daha çok sorumlu
olduğuna dair de bir soru var. Çözüm için daha zengin ülkeler mi yoksa daha çok
kirleten ülkeler mi daha fazla çaba göstermeli diye soruluyor. Bence bu sorunun
sorulmasında bir sıkıntı var: ‘‘Kirleten ülke’’ dendiğinde, bugün kirletenlerden mi
yoksa tarihsel sorumluluklar da göz önünde bulundurulduğunda daha çok
kirletmiş olanlardan mı söz ediliyor? Bence bu soru, ‘‘tarihi kirletme sorumluluğu
olan ülkeler’’ olarak sormuş olsalardı, Türkiye’de buna destek daha yüksek
olabilirdi. Zaten küresel iklim politikalarında da oturmuş norm bu şekilde, tarihsel
olarak kirletme sorumluluğu olan ülkelerin daha fazla çaba göstermesi gerekir.
Bu soruya Türkiye ve Hindistan hariç tüm ülkelerde, daha çok kirleten ülkelerin
daha çok çaba harcaması gerektiği şeklinde yanıt verilmiş. Hindistan’da da ‘‘daha
zengin ülkeler yapsın,’’ denmiş. Bildiğiniz gibi Türkiye, karbon salımlarını
azaltmaya yönelik adımlarını zamana yayarak atıyor. Kendi ekonomisinin
yeterince güçlü olmadığını, önce sanayileşmiş ülkelerin zamanında yaptığını
yaparak güçlenmesi gerektiğini öne sürüyor.
Aşırı teknik dil, toplumu komplo teorilerine açık hâle getiriyor
Geçen sene yaptığımız ankette, toplumun iklim değişikliği konusundaki
farkındalığı oldukça yüksek çıkmıştı. Buna rağmen bu sene dezenformasyon
kampanyası döneminde yapılan bu ankette, iklim değişikliğine olan inancın biraz
daha düştüğü izlenimi ortaya çıkıyor. Bu, yapılan sosyal medya kampanyasının
sınırlı da olsa başarılı olduğunu gösteriyor. Bu da iklim değişikliğine olan inancın
kırılganlığına işaret ediyor.
Bence bunun temel bir sebebi var: Aşırı teknikleşme. İklim değişikliğiyle ilgili
raporlar, örneğin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları, çok
teknik. Bu konuyla doğrudan, bilimsel olarak ilgilenmeyen bir insanın okuyup
anlaması çok zor. Bunların anlaşılması çok zor olduğu için de insanlar, sosyal
medya kampanyasındaki gibi, doğal et yiyemeyeceklerine, tarım arazilerine el
konulacağına dair daha kolay anlaşılan ve sorunu çöziümlediğini iddia eden
komploları ve argümanları çok kolay satın alabiliyor.
Bakanlık da bu durumun farkına vardı ve Temmuz ayında bu iddialara yönelik bir
cevap yayınladı. ‘‘ İklim Kanunu Gerçekleri ’’ şeklinde bir paylaşım yaparak bu
komplovari iddialara cevap verdi.
Bu konuda iş siyasetçilerin yanında, bence biz sosyal bilimcilere düşüyor. Bu
konuyu insanlara anlatabilmemiz gerekli ki bu sosyal medya kampanyası gibi
tuzaklara düşmesinler, genel ve daha az kırılgan bir farkındalık oluşabilsin. Veri
olsun, bilgi olsun, ancak bunlar aşırı teknikleşmiş olduğunda bu sefer insanlar
ondan kaçıyor.
Gençler harekete geçmeye gönüllü
Biz geçen sene hazırladığımız raporda, iklim farkındalığının yaşla değiştiğine dair
çok anlamlı bir ilişki bulamamıştık. Oysa bu raporda, genç nesillerin harekete
geçmeye daha olumlu baktığını görüyoruz. Bunu okuduğumda çok mutlu oldum.
Anketler çoğunlukla telefondan veya online yapılıyor, oysa bu anket yüz yüze
yapılmış ve bu yönüyle çok kıymetli. Yüz yüze yapılması, toplumun farklı
kesimlerine ulaşabildiklerini, daha derinlemesine sonuçlar edinebildiklerini
gösteriyor. O yüzden bu anketin verisine güvenmek istiyorum.
Evet, gençler daha hassas: Hem farkındalıkları daha yüksek hem de bireysel
olarak kendi hayatlarında değişiklik yapmaya daha gönüllüler. Aynı zamanda
eğitim seviyesi de artıyor ve eğitim seviyesi arttıkça hem bu konudaki farkındalık
hem de bireysel hayatlarında değişiklik yapma konusundaki gönüllülük artıyor.
Belki şöyle bir sebebi de olabilir: İklim yasası sürecindeki sosyal medya
kampanyası, belli yaş üstündeki insanları daha çok etkilemiş olabilir. Üst yaş
grubu, bu argümanlara daha kolay inanmış olabilir. Gençler daha sorgulayıcı
olmuşlar ve çok da kolay inanmamışlardır diye düşünüyorum.
Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalık çok yüksek
Genel olarak bakacak olursak, her ne kadar biz küçük ayrışmaları
anlamlandırmaya çalışsak da genel olarak Türkiye de dahil olmak üzere çalışma
kapsamındaki ülkeler farkındalık oldukça yüksek ve bu çok sevindirici. Belki
ankette doğrudan sorulmamış ama buradan çıkarılabilecek bir diğer sonuç da
iklim şüpheciliğinin son derece düşük seviyelerde olması.
Ankette yer alan ülkeler, ‘‘orta gelir seviyesindeki ülkeler’’ olarak sunulmuş.
Ancak iklim çalışmaları perspektifinden bakarsak, bunları gelişmekte olan ve
iklim değişikliğinde tarihi sorumluluğu olmayan ülkeler olarak da tarif edebiliriz.
Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalığın bu denli yüksek olması
son derece kıymetli.''
Kaynak: İklim Masası - www.iklimmasasi.com
En Çok Okunan Haberler