Küçücük bir kız çocuğunun kulağı zorla deldirilirken tanık oldum. Sandalyede oturuyordu; gözyaşları yanaklarından süzülürken sadece acıyı yaşamıyordu. Kendi bedeni üzerinde söz hakkının elinden alınışını da tecrübe ediyordu.
Durduramadım kendimi. Annesine, "Hanımefendi, zaten bir ömür kadın olduğu için kulağına küpe diye onca şeye maruz bırakılacak; hiç değilse bu küpe eksik kalsın" dedim. Ama sözlerim havada asılı kaldı. Kadının bir kulağından girip diğer kulağından çıktı. İlgisiz bakışlarından süzülemedi ve çocuğun gözyaşlarına ulaşamadı. Ben oradan ayrılırken, çocuk hâlâ ağlıyordu.
O ağlayış, yalnızca kulak acısının değil; toplumun süs, gelenek ve görüntü adına bir bedene yaptığı ilk müdahalenin çığlığıydı. Bize, çoğu kez bu müdahaleler masum geliyor; küpe takmak, saç kesmek, kıyafet seçmek… Ama aslında bunlar, bir çocuğa çok erken yaşta verilen o ilk mesajın nüveleridir; "Senin bedenin senin değil; bizim."
Ve bu sadece bir başlangıçtır. Büyüdüğümüzde de devam eder. Kadınlığın nasıl yaşanacağı, erkekliğin hangi kalıba sığacağı, hangi kıyafetin uygun olduğu, nerede gülünüp nerede susulacağı, hangi yaşta hangi davranışın yakışıp yakışmayacağı sürekli kulağımıza küpe edilir. Küçük bir kız çocuğunun zorla deldirilen kulağı, aslında bu uzun yolculuğun ilk durağı. O gözyaşları, belki de bütün bunlara erken bir itirazdı; fakat duyulmadı.
Çünkü biz çocukların gözyaşlarına kayıtsızız. Gelenek, estetik ya da "biz böyle gördük" gerekçeleri onların iradesinden daha kıymetli sayılıyor ve o çok önemli soruyu sormaktan bizleri alıkoyuyor; “Sen ister misin?”
Küpe küçük olabilir ama mesele oldukça büyük. Çocuğun bedenine yapılan bu müdahale, büyüdüğünde kararlarını yönetecek olan toplumsal baskının sadece küçük bir provası aslında. Kendi iradesini savunmasına daha çocukken izin vermezsek, ileride özgür bireylerden değil, uysal kalabalıklardan söz etmek zorunda kalacağız.
Bu konuda toplumun en köklü yanılgılarından biri, “Biz böyle gördük” cümlesidir. Bu cümleyle gelenek kutsallaştırılır, sorgusuzca devredilir. Oysa her gelenek hakikat değildir; bazıları sadece kuşaktan kuşağa taşınan adaletsizliklerdir. Çocukların gözyaşlarını görmezden gelen bir geleneğin, masum olduğuna gerçekten inanabilir miyiz?
Bugün küçücük bir küpeyle başlar; yarın hangi kıyafeti giyeceğimize, hangi tonda konuşacağımıza, nasıl yaşayacağımıza kadar varır. Ve işin en acı tarafı, biz bu zinciri kendi ellerimizle çocuklarımızın bileklerine takıyoruz.
Beden, sahibinin onayı olmadan hiç kimsenin dokunmaya hakkı olmayan bir alandır. Bu hakikat, bir insanın özgürlüğünün temelidir. Ve biz, çocukların gözyaşlarını duymazdan geldikçe, aslında kendi geleceğimizdeki özgürlüğü de sessizce tüketiyoruz.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Süreyya Şahin
Büyüklerin Kulağına Küpe
Küçücük bir kız çocuğunun kulağı zorla deldirilirken tanık oldum. Sandalyede oturuyordu; gözyaşları yanaklarından süzülürken sadece acıyı yaşamıyordu. Kendi bedeni üzerinde söz hakkının elinden alınışını da tecrübe ediyordu.
Durduramadım kendimi. Annesine, "Hanımefendi, zaten bir ömür kadın olduğu için kulağına küpe diye onca şeye maruz bırakılacak; hiç değilse bu küpe eksik kalsın" dedim. Ama sözlerim havada asılı kaldı. Kadının bir kulağından girip diğer kulağından çıktı. İlgisiz bakışlarından süzülemedi ve çocuğun gözyaşlarına ulaşamadı. Ben oradan ayrılırken, çocuk hâlâ ağlıyordu.
O ağlayış, yalnızca kulak acısının değil; toplumun süs, gelenek ve görüntü adına bir bedene yaptığı ilk müdahalenin çığlığıydı. Bize, çoğu kez bu müdahaleler masum geliyor; küpe takmak, saç kesmek, kıyafet seçmek… Ama aslında bunlar, bir çocuğa çok erken yaşta verilen o ilk mesajın nüveleridir; "Senin bedenin senin değil; bizim."
Ve bu sadece bir başlangıçtır. Büyüdüğümüzde de devam eder. Kadınlığın nasıl yaşanacağı, erkekliğin hangi kalıba sığacağı, hangi kıyafetin uygun olduğu, nerede gülünüp nerede susulacağı, hangi yaşta hangi davranışın yakışıp yakışmayacağı sürekli kulağımıza küpe edilir. Küçük bir kız çocuğunun zorla deldirilen kulağı, aslında bu uzun yolculuğun ilk durağı. O gözyaşları, belki de bütün bunlara erken bir itirazdı; fakat duyulmadı.
Çünkü biz çocukların gözyaşlarına kayıtsızız. Gelenek, estetik ya da "biz böyle gördük" gerekçeleri onların iradesinden daha kıymetli sayılıyor ve o çok önemli soruyu sormaktan bizleri alıkoyuyor; “Sen ister misin?”
Küpe küçük olabilir ama mesele oldukça büyük. Çocuğun bedenine yapılan bu müdahale, büyüdüğünde kararlarını yönetecek olan toplumsal baskının sadece küçük bir provası aslında. Kendi iradesini savunmasına daha çocukken izin vermezsek, ileride özgür bireylerden değil, uysal kalabalıklardan söz etmek zorunda kalacağız.
Bu konuda toplumun en köklü yanılgılarından biri, “Biz böyle gördük” cümlesidir. Bu cümleyle gelenek kutsallaştırılır, sorgusuzca devredilir. Oysa her gelenek hakikat değildir; bazıları sadece kuşaktan kuşağa taşınan adaletsizliklerdir. Çocukların gözyaşlarını görmezden gelen bir geleneğin, masum olduğuna gerçekten inanabilir miyiz?
Bugün küçücük bir küpeyle başlar; yarın hangi kıyafeti giyeceğimize, hangi tonda konuşacağımıza, nasıl yaşayacağımıza kadar varır. Ve işin en acı tarafı, biz bu zinciri kendi ellerimizle çocuklarımızın bileklerine takıyoruz.
Beden, sahibinin onayı olmadan hiç kimsenin dokunmaya hakkı olmayan bir alandır. Bu hakikat, bir insanın özgürlüğünün temelidir. Ve biz, çocukların gözyaşlarını duymazdan geldikçe, aslında kendi geleceğimizdeki özgürlüğü de sessizce tüketiyoruz.