SON DAKİKA
Hava Durumu

#Sosyal Demokrasi Derneği

Porsuk Haber Ajansı - Sosyal Demokrasi Derneği haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sosyal Demokrasi Derneği haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Partide Oturarak, Evde Oturarak, Risk Almayarak Bu iş Başarılamayacak Haber

Partide Oturarak, Evde Oturarak, Risk Almayarak Bu iş Başarılamayacak

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Sosyal Demokrasi Derneği’nin 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle düzenlediği ödül törenine katıldı. Silivri Cezaevinde tutulan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı Ekrem İmamoğlu’nun, 2025 Yılı İnsan Hakları Onur Ödülü’nü aldığı törende konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, “Sosyal Demokrasi Derneği’nin çok değerli başkanı sevgili Sami Doğan, değerli yönetim kurulu üyeleri, değerli üyeleri, bu akşamki kıymetli konuklar burada Çankaya Belediyemizin ev sahipliğinde Sosyal Demokrasi Derneği’nin yine katılmadan edemediğimiz, çok önemsediğimiz etkinliklerinden birindeyiz. Her sene İnsan Hakları Ödülü veriyorlar. 10 Aralık tarihinde ya da ona çok yakın bir tarihte birlikte oluyoruz” dedi. CHP Genel Başkanı Özel, şunları söyledi: “HEM ÇOK MEMNUN OLDUM, HEM İÇİM BURULDU” “Sayın Sami Doğan, bu program için beni ziyaret ettiğinde ödülü bu sene değerli Cumhurbaşkanı Adayımız ve İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na vermeyi kararlaştırdıklarını söylediğinde hem çok memnun oldum, hem çok içim buruldu. Bir gerçekle bir kez daha yüzleşmek zorundaydık. Yıl 2025’ti, Cumhuriyet’in 102’nci yılındayız. Bütün geçirdiği badirelere rağmen ayakta duran Cumhuriyet’in getirdiği sandıkla gelmiş, o sandıkla seçilmiş birilerinin iktidara geldiklerinden 23 yıl sonra 21’inci yüzyılın ilk çeyreği bitip ikinci çeyreği başlarken, yine biraz önce söylendiği gibi Beylikdüzü’nde önce ilçe başkanlığına sandıkla gelmiş, sonra belediye başkan adayı olmuş; Adalet ve Kalkınma Partisi’nden o belediyeyi kazanmış; bir dönem hizmetinden sonra büyükşehire aday gösterilmiş, orayı kazanmış. Hazmedilememiş bu başarısı, büyük bir utançla seçim iptal edilmiş ve iki ay sonra bu sefer 806 bin farkla kazanmış. Beş yıl boyunca oraya hizmet etmiş. O hizmetleri engellenmeye çalışılmış. Kendisine Cumhurbaşkanlığı’nda bacağı kesik sandalyelerle itibar suikastları yapılmış. Metroya giden yürüyen merdivenlere taş sıkıştırmaktan, bilye atmaya… ‘Film çekeceğiz’ diye kiralanan bir eski özel halk otobüsünün film seti gibi yerde yakılıp ‘İBB’nin bir otobüsü daha arızalandı, yolcular yolda kaldı’ filmlerine kadar tenezzül edilmiş. Karşısına Meclis Başkanı çıkarılmış, eski Başbakan çıkarılmış, Çevre ve Şehircilik Bakanı çıkarılmış. Ama 1 milyonun üzerinde oyla bir kez daha seçilmiş. Ardından yapılan bütün kamuoyu araştırmalarında, hem kendisinin, hem bütün Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin yaptıkları kararlı hizmetlerle… Çünkü seçimi kazandığımız gece milletin karşısına çıkmış, ‘Bu bir zafer değildir. Kazananı biziz, kaybedeni olmayan bir gecedeyiz. Belediye başkanlarımıza verilen anahtar ne belediyenin kapısının, ne kasasının, ne şehrin altın anahtarıdır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıllar sonra, 50 yıl sonra bir kez daha iktidara gelişinin anahtarlarıdır. O anahtarın kıymetini bilecekler’ demişiz. Onlar da o bilinçle hizmet etmişler ve en sonunda bir yılın sonunda yapılan bütün araştırmalarda yüzde 60’ları geçen beğeni oranlarıyla bir noktaya gelmişler.” “O SANDIĞIN KENDİLERİNİ GÖTÜRECEĞİNİ GÖRDÜLER” “Dediğim gibi 23 yıl önce iktidara gelenler, Cumhuriyet’in armağanı sandıkla bu görevlere gelenler o sandığın kendisini götüreceğini ve Ekrem İmamoğlu’nun kendilerini dördüncü kez yeneceğini görünce, bu sefer yıllar önce bindikleri demokrasi treninden inerek bir sivil darbeye girişmişler. Biz İstanbul’a yapılan bir siyasi atamada, yani buradaki bir bakan yardımcısının İstanbul’a başsavcı sıfatıyla atandığında zaten bir şeyler olacağını anlamıştık, hepiniz anlamıştınız. Sonra 20 yıl öncesinden işe, 20 yıl öncesinden özel hayata, komşuluk ilişkilerine dair başlayan saldırılar, yaklaşmakta olan bir haysiyet cellatlığının işaretlerini gösteriyordu. 20 yıl önce Ekrem Başkan’ın daire sattıklarına ‘Açıktan para verdiniz mi? Nerede verdiniz? Ne kadar verdiniz?’ gibi tuhaf tuhaf, Türkiye'de hayatın olağan akışı içinde olduğu için olan bir şeyi, Ekrem Başkan’a uyarlayıp olmayacak bir şey gibi göstermenin kötü niyetini gördük. Bürokratlarımız veya İBB’de geçmişte çalışmış ve emekli olmuş kişiler çağırılıp, tehditvari sorgulamalar, şüpheci sorularla işin nerelere vardırılmaya çalışıldığını bir miktar kestirdik. Geçen sene şubat ayının 16’sında ‘Bir darbe planı, bir darbe mekaniği işliyor. Ama bu darbe, bu sefer her zamanki gibi birilerinin iktidara yaptığı bir darbe değil. Bugünün iktidarının yarının iktidarına, bugünün Cumhurbaşkanı’nın yarının Cumhurbaşkanı’na giriştiği bir darbe ile karşı karşıyayız. Türkiye bundan çok şey kaybeder. Sakın ha sakın, böyle bir şeye kalkışmayın’ demiştik. Ekrem Başkan kendi cesareti ve kararlılığıyla, partimiz kendi stratejik aklıyla bu üzerimize gelen saldırıya karşı ‘Madem öyle. Korktuğunuz bellidir, Ekrem Başkan Cumhurbaşkanı adayıdır’ der, onu Cumhurbaşkanı adayı ilan edebilirdik.” “REJİM NEYİ HEDEFLEDİĞİNİ BİLİYOR, UTANMASI YOK” “Dedik ki ‘Bunu ne bir başıma ben yapayım, ne bir başımıza partimiz yapsın. Partimizin bütün üyeleri ön seçimle Cumhurbaşkanı adayımızı belirlesin.’ Ekrem Başkan’ın aday olduğu gün diplomasının iptali için başvuruda bulundular. Yani açıkça söylemek istiyorum ki rejim neyi hedeflediğini biliyor. Hiç utanması, sıkılması yok. Diyor ki ‘Biz onu Cumhurbaşkanı Adayı yaptırmayacağız. Bunun için her yolu deneyeceğiz.’ 31 yıl önce alınmış diplomayı verenlere iptal ettiremediler, İstanbul Üniversitesi’nin İşletme bölümünün yönetim kuruluna. ‘Yedide dördü bulamazsanız, bir gün önceden haberimiz olsun’ demişler. ‘İki garanti, üç belki, dört zor’ cevabını alınca ki önceden buna direnen dekanı da istifa ettirmişlerdi. Bir gece önce, 18 Mart gecesinde görevi ring servislerini düzenlemek, üniversitenin duvarlarını boyamak, çöpleri toplamak, yemekhaneye erzak satın almak olan yani akademik bir görevi olmayan bir kurulu toplayıp yetkisiz bir şekilde diplomasını iptal ettirdiler. Ertesi sabah biraz önce kendisini millete emanet eden Dilek Hanım’ın çektiği cep telefonu görüntüleri varken, kapısına binlerce polisle gittiler, aldılar ve götürdüler. Tarih, 19 Mart. Türkiye’de tutukluluk, gözaltı süresi uygulayabileceği dört gün. Dört gün sonrası, 23 Mart. Bizim ön seçim günümüz. Utanması, sıkılması, çekinmesi yok; meydan okuyor rejim. Diyor ki ‘Biz dün diplomayı iptal ettik. Bugün onu aldık. Dört gün tutacağız, siz bu ön seçimi yapmayacaksınız.’” “EKREM BAŞKAN DA BİZ DE BUNU AKLIMIZDAN GEÇİRMEDİK” “Orada geri adım atsak, ön seçimden caysak belki de tutuksuz yargılayacaklar. ‘Diplomayı aldım, ön seçimi iptal ettirdim. Gözümün ne kadar döndüğünü gösterdim. Geri adım atarlarsa belki o zaman tutuksuz yargılarız.’ Ne Ekrem Başkan bunu aklından bir kere geçirdi, ne de biz böyle bir şeye tenezzül etmeyi aklımızın kıyısından geçirdik. Madem ki rejim bu kadar gözü karartmıştır. Ona karşı atılacak bir geri adımın Türkiye’yi 50 - 100 yıl geriye götüreceğinden, söylenecek bir eksik kelimenin milletin susturulmasına rıza göstermek olacağından, bir santim eğilmenin de millete diz çöktürme manasına geleceğinden emindik. Ekrem Başkan içeride ‘Devam’ dedi, biz dışarıda ‘Devam’ dedik. Biliyorsunuz 19 Mart sürecini… Zaten öğrencileri de gördük. Bütün darbelerin bir hedefi vardır. Bir siyasi hedefi vardır darbenin. O belli; CHP’yi iktidar, Ekrem İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı yapmamak. Bir de fiziki hedefleri vardır. Her seferinde gelirler, bu Meclis’i kuşatırlar, kapatırlar. İşte Başbakan neredeyse onun konutunu sararlar, onu gözaltına alırlar. İstanbul’a doğru giderken ‘Bu darbenin de bir hedefi, sembolü, fiziki bir hedefi var’ dedik. Oranın Saraçhane olacağını öngördük ve gittik, Saraçhane’ye yerleştik. Çünkü Ekrem Başkan’a iki soruşturma birden açmışlardı. Tesadüf, aynı gün... Biri, bildiğiniz iftiralar. Biri de terör. Terör olunca kayyım atayabiliyor. Bütün Türkiye; ‘Kayyım gelecek mi?’ Hatta bütün yandaş basın garanti görüyordu. O noktada biz o binayı savunmanın Türkiye’nin demokrasisini savunmak, darbeye direnmek demek olduğunu biliyorduk. Biz dedik ki ‘Saraçhane’ye gidiyoruz, herkes gelsin.’ Onlar dediler ki ‘Beş gün süreyle…’, sonra 10’a çıkardılar, ‘Eylem yasağı var. Üç kişiyi bir araya getirtmeyiz.’ ‘Bu iş burada bitti. Artık bu akşam buraya kimse gelemez. Ne yapacağız?’ Dedik ki ‘Aksine çağrıyı yenileyeceğiz. Ne olacaksa bu akşam olacak. Ya gelecekler, seçtiklerine sahip çıkarken aslında seçme haklarına, demokrasiye sahip çıkacaklar ya da bundan sonra ne olacaksa onların dediği gibi olacak.’” “DEMOKRASİ ÖDÜLÜ O 110 BİN KİŞİNİNDİR” “Biz çağırdık, onlar yasakladılar. Biz çağırdık, onlar yasakladılar. Tarihi yarımadada metroları kapattılar, otobüsleri yasakladılar. Yedi kilometre ileriden zincirler çektiler. Vapurları bağladılar, köprüleri kaldırdılar. Ama İstanbul Üniversitesi’nin, Cumhuriyet Halk Partililerin, sonra buluştuklarında beş - 10 bin kişi olan bu iki kitlenin sosyal medya çağrıları ile o gece oranın 110 bin kişi olmasına engel olamadılar. Şimdi burada Sosyal Demokrasi Derneği bir insan hakları ödülü veriyor. Bu süreç tamamlansın, Sami Bey de böyle etkinlikleri beceriyor. Çok iyi de yapıyorlar ekipleriyle. Tecrübeli ve genç arkadaşlar. Sosyal Demokrasi Derneği Demokrasi Ödülü verecek olursak, ben teklif edeceğim ve madalyanın parasını da milletvekillerinden ben toplayacağım. O ilk gece gelen 110 bin kişiye o madalyadan bir tane vereceğim. Emin olun, seçimi kazandığımız akşam Ankara’da 2 milyon kişi sokakta olacak, İstanbul’da 7 milyon kişi sokakta olacak. Ama o 110 bin kişiye çok şey borçluyuz. İlk gece Mansur Başkan, Hüseyin Başkan, il başkanımız, bütün arkadaşlarımız sokaktaydı. ODTÜ’lü öğrenciler bariyerleri yıktılar ve geldiler. 81 ilde; ilk gece yürüyenler, ikinci gece yürüyenler, her gün yürüyenler çok önemli bir işi başardılar. Ve o günden bugüne geldiğimizde, öyle bir noktadayız ki; biz yedi gün sonra Saraçhane’yi yine bir seçilmişe teslim edip geldik. Şimdi kendileri de kabul ediyorlar. ‘Kayyım atanacaktı, Erdoğan’ı şöyle dedik ikna ettik, böyle dedik ikna ettik.’ O gece kayyım atamayı kafaya koymuşlardı ama darbe bir yönüyle püskürtüldü. Ellerinde tutsaklarımız var. Darbe başarılı olmadı. İstanbul’u elimizden alamadı. Seçme irademizi elimizden alamadı ama seçilmişlerimizi esir altı. Şimdi onlar içeride, biz dışarıda hep birlikte bir haysiyet mücadelesi veriyoruz.” “DEMİRTAŞ VE YÜKSEKDAĞ’IN HALA İÇERİDE OLDUĞUNU NOT EDELİM” “Tabii Türkiye siyasi tarihinin darbe dönemlerinin belli acılarını, işkencelerini, belli muhtıra süreçlerinden sonraki idamları, 1960 darbesinin idamlarını falan bir kenara koyacak olursak; Türkiye siyasi tarihinin en fazla hak ihlali yapılan dönemindeyiz. Geçmiş dönemlerde HDP’ye, o günkü ismiyle, Eş Genel Başkanlarının eş zamanlı olarak farklı farklı savcıların bir gece bir yerden onlarca savcının koordinesi ile yapılan operasyonları ve o günden bugüne Sayın Demirtaş ile Yüksekdağ’ın neredeyse dokuz yıldır cezaevinde olduklarını da not edelim. Onu da görmezden gelmeyelim. Şu anda haklarında dünya kadar iddia olan, ama o iddiaların hepsi dokuz aydır konuşulan, ama iddianameye önemli bir kız konulamamış, konuların da kanıtları konmamış bir şekilde bir büyük itibar suikastı ile karşı karşıyayız. Belediye başkanlarımız, 15 belediye başkanımız içeride. Arkadaşlarımızla ilgili söylenen bütün yalanlar ortada ve Türkiye’de bir ikili hukuk sistemi var. Atılan onca yalan ortadayken, işte ‘Parkenin altından 2 milyon Euro çıktı’, ‘Ekrem İmamoğlu arkadaşlarıyla toplandı, çıkarken ellerinde para çantaları vardı, kameraları vardı.’ ‘Çantaların içinde dolar vardı.’ Tamamının yalan çıktığını kendileri de kabul ediyor. Kimi gazeteci ‘İnsan bazen yalan atar’ diyor. Kimi gazeteci ‘Beni de kandırdılar’ diyor. Ama iddianamede hiçbir somut delille karşı karşıya değiliz.” “‘AMAN HA CANLI YAYIN OLMASIN’ DİYORLAR” “Öyle bir sürecin noktasına geldik ki, biz yaz boyunca ‘İddianame çıksın, biz bu iddianame ile yargılanmayacağız. Bu yalancıları, bu iftiracıları yargılayacağız’ diyorduk. O sıralarda biz meydan okuyorduk, ‘Merak etmeyin, iddianame çıksın birbirinizin yüzünüze bakamayacaksınız’ diyorlardı. İddianame çıktı, biz birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Şimdiye kadar yaptığımız, yarın 74’üncüsü yapacağımız eylemlerle 11 milyon kişinin içine de karıştık, yüzüne de baktık, gözüne de baktık. Ama dün bütçe görüşmelerinde iddianameyi savunabilecek bir kişi çıkmadı karşımıza. Bir takım şarlatanlıklar yapılmaya çalışıldı, ellerine yüzlerine bulaştırıldı. Ama şöyle bir şey gördü bütün Türkiye. Örneğin bundan beş gün önce oylama yapıldı, yazın ‘TRT’den yayın istiyoruz’ deyince, ‘Hodri meydan, verin TRT’den, destekliyorum’ diyenler, ‘O destekliyorsa ben de destekliyorum’ diyenler, ‘Canlı yayın’ dediğinizde hep birlikte ellerini kaldırdılar, ‘Aman ha canlı yayın olmasın’ dediler. Erdoğan iddianame çıkmadan bir hafta önce kükrüyordu. İddianame çıktı, arkasında durmuyor. Devlet Bey bu iddianameyi çok kuvvetli bekliyorlardı, kanıtlar olmayınca canlı yayına milletvekillerine oy verdirtmedi. AK Partililer dünden razı bu işler canlı yayınlanmasın diye. Ve şimdi biz yargılama için gün bekliyoruz bir taraftan.” “KARŞI OYU TÜRKİYE’NİN ÖBÜR UCUNA SÜRÜYORLAR” “Ama bu sırada neler oluyor? Yani verdiğiniz ödül, insan hakları ödülü olduğu için uğranan hak ihlalleri bu söylediklerimizle de sınırlı değil. Mesela anayasada ne yazıyor? Hakim teminatı var. Ne demek hakim teminatı? Hakim karar verirken, ‘Bu karar ne olursa olsun benim başıma bir şey gelmez. Vicdanıma göre, delillere göre doğru kararı veririm. O karara göre başıma bir şey gelmez.’ Şimdi öyle değil. Eğer üç hakim karar verdi, ikisi rejiminin istediği gibi, biri farklı düşündü. O bir karşı oyu, Türkiye’nin öbür ucuna sürüyorlar. Ya da icra mahkemesi gibi yaptığı görevden tercih etmediği bir göreve sürüyorlar. Bu sürmeleri bekleyip haziran ya da yılsonu, yılbaşı kararnamelerinde değil; hızla ara kararnamelerle yapıyorlar. Yaptıkları işteki acele, beğenmedikleri kararı vereni cezalandırmak için değil; herkesin önünde diğer hakimlerin önünde ibreti alem olsun diye veriyorlar. ‘Bir sonraki kararda şerh yazarsan, bak milletin başına ne oldu’ diye. Şimdi Türkiye’de tutuklama incelemesi yapan ya da yargılamalar yapan savcılar ve hakimler, kararın rejimin buradaki zabitinin hoşuna gitmezse ‘Ben nasıl gideceğim Gaziantep’e, ben ne yapacağım Artvin’de? Çocuğun okulu var, eşimin tayini var’ı düşünüp taşınıp onun üzerine bir karar vermek zorundalar. Yani anayasal hakim teminatı, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar ve hiçbir demokraside olmadığı kadar ayaklar altında.” “İYİ SAVUNMA YAZAN AVUKATLARI İÇERİ ATIYORLAR” “Adil yargılanma hakkı, başta savunmanın özgürlüğünü içerir. İyi savunma hazırlayan bütün avukatları alıp içeri atıyorlar. Bir; o çalışkan ve becerikli, yetenekli, konuya hakim avukattan kurtuluyorlar. İki; görev verilecek yeni avukata gözdağı veriyorlar. ‘Eğer dört elle bu işe sarılırsan, iki elim yakanda, seni de atarım Silivri’ye’ diyorlar. Diğer yandan tanıkların özgürce ifade vermeleri lazım. İnsanları önce alıp içeri atıyorlar olur olmaz bir sebepten. Sonra ona diyorlar, ‘Çocuklar kaç yaşında?’ ‘12 yaşında.’ ‘Baba?’ ‘Ayrıyız.’ ‘Kim bakacak ona?’ ‘86 yaşındaki anneanne.’ ‘Hay Allah ya sen evladının yanına gitsene. Niye gidiyorsun buradan Silivri’ye?’ ‘Nasıl gideyim?’ ‘Bu kağıdı imzalarsan gidersin.’ O kağıtta ne var? Ekrem Başkan’a ve arkadaşlarımıza iftira var. O kağıda imza atmayanlar var, bilhassa kadın tutuklular. Burada kadın tutuklulara ve onların gösterdiği gerçekten dirence, gerçekten ayrılmamaya ve adalete ve insanlık onuruna saygının önünde bir kez daha eğiliyorum. Beş kadın tutukluya; kimini küçük çocuğuyla, kimini iki kızı, biri yurt dışında biri burada okuyan kızıyla, kimi yaşlı annesiyle, kimi sağlığıyla, kimi çocuğunun sağlığıyla tehdit edildi. Diyor ki ‘Yo ben görmediğimi söyleyemem.’ ‘O zaman sana iyi yolculuklar.’ Yazık sanıyor ki o da Çağlayan’dan Silivri’ye gidecek ‘İyi yolculuklar’ deyince. ‘Sağ olun efendim’ diyor. Silivri’ye gidiyor, ‘Doktora gideceksin.’ ‘Hasta değilim’ diyor, ‘Seyahatin var.’ Çünkü ertesi sabah sevki var. Nereye gidecek? Afyon’a gidecek. Nereye gidecek? İzmir’e gidecek. Nereye gidecek? İzmir’e gidecek. Nereye gidecek? Gebze’ye gidecek. Ailesinden uzak, çocuklarından uzak, 28 kişilik koğuşa 40’ncı kişi olarak. Adli hükümlülerin yanında. Ve aylardır oralarda bu zulümler sürüyor. Şimdi burada bir buna direnenlerin uğradığı hak ihlali var. Bir de direnmeyenlerin attığı imzayla, imzaya muhatap diğer kişilerin uğradığı hak ihlali var.” “GİZLİ TANIK DEĞİŞİKLİĞİ OLUR MU?” “Yine bunların hepsi bir yana, bunlar sürerken bu sefer arkadaşlarımızın iddianameleri çıktı. Bekliyoruz, bir an önce yanıtlayalım diye. Şöyle bir gerçeklikle karşılaştık. 19 - 23 Mart arası arkadaşlarımıza yapılan sorguda üç tane gizli tanık vardı. Meşe, Çınar, Ladin. Bunlar gerçek kişiler. Gizli tanık yasası gereği, kimliğini bir tek savcı biliyor, biz bilmiyoruz. Günü gelince de aynı salonda olmayacağız. Başka yerde olacak, yüzü buğulanacak, sesi değiştirilecek. Ama gerçek kişi olduğu devlet tarafından tespit edilecek. Herhalde orada heyetten biri olacak falan. Bu kişi demiş ki Meşe. Bir ara bir gün yine böyle Çınar yerine Meşe dedim. Başsavcılık açıklama yaptı. Diyor ki efendim ‘Böyle bir olay olmamıştır, kesinlikle olmamıştır.’ Sırf ismi karıştırdım diye. Şimdi Meşe mi? Meşe. Meşe 19 Mart - 23 Mart arasında demiş ki; Meşe eskiden demiş bunu. Sormuşlar arkadaşlarımıza ve Ekrem Başkan’a, ‘Meşe böyle diyor.’ ‘Ne diyor?’ ‘Bir odada bu ikisini gördüm, imalı konuşmalar yapıyorlardı. Bu bunun işini yapmak karşılığı rüşvet vermiş olabilir.’ ‘Doğru mu?’ Diyor ki ‘Hayır.’ ‘Ben Meşe’ye inandım’ dediler, tutuklama yaptılar böyle iddialardan. AİHM ve AYM kararları diyor ki ‘Meşe’nin dediğinin kanıt olabilmesi için somut bir şeyle ispatlanacak.’ Böyle ispatların da olmadığı ortaya çıktı. Ama gün geldi, bu davada öyle bir şeyle karşılaştık ki iddianame çıkınca. Meşe’nin söyledikleri satırı satırına, noktası virgülüne var. Ama Meşe yok. Meşe ne oldu? Meşe delirmiş. Savcının katına çıkmış, ‘Bana söz verdin, bunları yapmadın’ demiş, intihara yeltenmiş. Nasıl şimdi bunun sesini değiştirecek ama, demiş ki ‘Doğruları anlatacağım.’ Ama 19 Mart’ta da Meşe’nin dediklerine göre tutuklama yapmışsın. Ne yapmışlar? Oyuncu değişikliği. Dün galiba Meclis’te de anlattım bunu AK Partililere. Böyle bakıyor. Şimdi bir sinema filminde oyuncu rahatsızlanır, değiştirirsin. Tiyatroda tiyatrocu rahatsızlanır, o rolü başkası oynar. Futbolda iyi oynayamaz, yerine iyi oynayacak alınır. Ya gizli tanık değişikliği olur mu? Meşe’nin söylediği her şeyi İlke’ye yazmışlar. Bu sefer İlke diyor ki ‘O odadaydım.’ Hani Meşe, Ekrem ve üç kişiydi bunlar. Sen nereden çıktın? Tamamen gizli tanık değiştirmek demek, ‘Gizli tanığın ifadesini ben yazdım o imzaladı. Şimdi o imzadan vazcaydı, başkasına imzalattım’ demek. Şimdi siz yani bu ödülü veriyorsunuz Başkanım ama, ben bilerek biraz ayrıntılı anlattım. Nasıl bir hak ihlali? ‘Yani Tayyip Bey de yattı ya.’ Bir kere Tayyip Bey yattı da, Tayyip Bey bütün bu suçlamalardan irtikap, rüşvet, ihaleye fesat, yasadışı örgüte destek, vesaire, vesaire. Hepsinden yargılandı. Bir gün gözaltına alınmadı. Yani Ekrem Başkan’ın kravat bağladığı şekilde kapıda polis, bir gün kimse gelmedi. Bir gün Vatan Emniyet’e gitmedi. Bir gün tutuklanmadı. Birinci kademe ve suç kesinleşirken Yargıtay’da asla ve asla tutuklu değildi. Örneğin Akbil davasından yargılanıyordu, daha onlar bitmemişti. Şiir okuma davasından ceza aldı. Telefonda davet edildi, miting yaparak gitti. Yanındaki arkadaşını belirlediler ve övünerek söylüyor. Pınarhisar cezaevinde şiir kaseti çıkardı. Var kaset, duruyor. Arkadaşlar o olay olduktan 25 yıl geçmiş üstüne, şu anda Türkiye’deki hiçbir cezaevine ses kayıt cihazı sokamazsınız. Yani nasıl bir hapis yatırılmış? Yanındaki belli, ses kaydedici cihazlar, bilmem neler. Üç ay yattı, çıktı. 30 senedir onu anlatıyor. Burada arkadaşlarımız sadece Meşe denen gizli tanığın ifadeleriyle dokuz aydır yattılar. İddamameye de Meşe’yi değil de İlke’yi kattılar. Böyle bir sürecin içerisindeyiz.” “EVDE, PARTİDE OTURARAK BU İŞ OLMUYOR” “Bütün bu tehditler, baskılar, zorlamalar, yalancı tanıklar… 700 yılla yargılanan adam serbest, yatarı yedi ay olan suçtan altı - yedi aydır içeride olan arkadaşlarımız var. O yüzden duygulandığım konu şu başta: Bir kere seçilmişe görevini yapması gerektiği sürede hapiste olduğu için insan hakları ödülü veriyoruz. O da bu ödülü anlamıyor kendi üstüne. Bakın ‘Ben mağduriyete uğradım, ödülü alıyorum’ diyemiyor. ‘Ben bu ödülü şunun, şunun yerine de alıyorum’ diyor. O yüzden tarihin en zor dönemlerinden birinden geçiyoruz. Burada dayanışma gösteren herkese çok ihtiyaç var. Bugün bunun adı, Sosyal Demokrasi Derneği. Yürekten teşekkür ediyorum. Bundan önce de her fırsatta ifade ettim. Şimdi televizyonu başında bizi izleyen kim varsa… Hani diyorum ‘Pijamasıyla.’ Şunu söylüyorum arkadaş: ‘Bu işler doğru, küfr ile abad olunmaz ama zulm ile abad olunur’ diyorsanız, ‘Bu kadar zulüm iyidir, beterini hak ettiniz’ diyorsanız bunu diyene benim sözüm yok. Bunu diyen otursun bizim bu mücadeleyi kazanmamızı beklesin. Ona söyleyecek sözüm yok. Ama eğer diyorsan ki… Benim sözüm şunu diyene: ‘Bu kadar da olmaz. Haksızlık yapılıyor ve gerçekten büyük haksızlık. Ekrem Başkan çıkmalı.’ Böyle diyorsan sen evinden çıkmalısın. Evde oturarak bu iş olmuyor. Evde oturarak Ekrem Başkan çıkarılacak olsa ben de partide oturacağım. Ama partide oturarak, evde oturarak, risk almayarak, meydan okumayarak bu iş başarılamayacak.” “BİZİ SEVEN ARKAMIZDAN GELSİN” “Eninde sonunda başaracağız. Bu başarıldığında bizimle birlikte, Sami Doğan’dan demokrasi ve mücadele madalyası hak edenlerden mi olacaksın? Yoksa ‘O pijamayla evde oturuyordu’ diyeceklerimizden mi olacaksın? Bunun için herkesi, bu zulme ortak olmak istemeyen herkesi her türlü direnişe davet ediyorum. Biz kimseyi gelip de polisle, askerle çatışmaya davet etmiyoruz zaten. Biz meşru meydanlarda kalabalık olmaya davet ediyoruz, çok olmaya devam ediyoruz. 10 bin kişi başka bir şey, 100 bin kişi başka bir şey, 1 milyon kişi bambaşka bir şey. Gitgide güçlenmek, kalabalıklaşmak, günü geldiğinde toplanmak, günü geldiğinde sandığa el uzatan olursa o sandığa uzanan elleri hep birlikte geri püskürtmek için size ihtiyacımız var. ‘Özgür Başkanım seni çok seviyorum. Selam söyle, Ekrem Başkan’a. Onu çok seviyorum.’ Öyle sözle sevme, elle sevme dönemi bitti. Kimse beni öyle sevmesin. Bizi seven arkamızdan gelsin. Teşekkür ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

Odunpazarı Belediyesi Katledilişinin 32. Yılında Uğur Mumcu’yu Andı Haber

Odunpazarı Belediyesi Katledilişinin 32. Yılında Uğur Mumcu’yu Andı

Odunpazarı Belediyesi, 24 Ocak 1993'te Ankara'daki evinin önünde otomobiline yerleştirilen bombanın infilak etmesiyle hayatını kaybeden gazeteci ve yazar Uğur Mumcu’yu unutmadı. 32 yıl önce katledilen Uğur Mumcu için 2 farklı anma töreni düzenlendi. Anma etkinliklerinin ilki Sosyal Demokrasi Derneği (SDD) Eskişehir Şubesi iş birliği ile Hasan Polatkan Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Programa Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt’un yanı sıra Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Ayşe Ünlüce, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Eskişehir İl Başkanı Talat Yalaz, CHP Eskişehir Milletvekilleri Utku Çakırözer ve İbrahim Arslan, Sosyal Demokrasi Derneği (SDD) Genel Başkanı Sami Doğan, SDD ESK Şube Başkanı Ali Şen Aksoy, Malatya Hekimhan Eski Belediye Başkanı ve SDD Onursal Başkanı Aliseydi Millioğulları, Yazar Yaşar Seyman, Gazeteci-Yazar-Siyasetçi Mustafa Balbay, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, Seyitgazi Belediye Başkanı Uğur Tepe, Mahmudiye Belediye Başkanı İshak Gündoğan, SDD Eskişehir Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri, demokratik kitle örgütleri başkan ve temsilcileri ile çok sayıda Eskişehirli katıldı. Mumcu’nun yaşamı, gazetecilik kariyeri ve demokrasi uğruna verdiği mücadeleler üzerine konuşmaların yapıldığı programa yazar Yaşar Seyman ve gazeteci-yazar-siyasetçi Mustafa Balbay konuşmacı olarak katıldı. SDD Eskişehir Şube Başkanı Ali Şen Aksoy, SDD Genel Başkanı Sami Doğan ve Odunazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt’un konuşma yaptığı etkinlikte, Seyman ve Balbay, Mumcu’nun fikirlerini, gazetecilik ilkelerini ve bıraktığı mirası katılımcılarla paylaştı. KATLEDİLDİĞİ ARACIN ÖNÜNDE UĞUR MUMCU’YA SAYGI DURUŞU Her 24 Ocak’ta olduğu gibi Mumcu’nun katledilişinin 32. yılında da Odunpazarı Belediyesi tarafından Uğur Mumcu Parkı’nda bir anma töreni düzenlendi. Anma törenine Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Eskişehir İl Başkanı Talat Yalaz, CHP Eskişehir Milletvekilli İbrahim Arslan, CHP Odunpazarı İlçe Başkanı Rahmi Çınar’ın yanı sıra çok sayıda gazeteci ve vatandaş katıldı. Tören, Murat Ozan Avcı ile Murat Durukan’ın “Yiğidim Aslanım” adlı parçayı ve “Ben Ölmedim ki” adlı şiiri okuması ile başladı. Törende Odunpazarı Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü hocalarından Aydın Ünal ve Gökhan Eryiğit “Uğurlar Olsun” adlı parçayı seslendirdi. Ardından da Odunpazarı Belediye Tiyatrosu oyuncuları Hüseyin Demir ve Ferhat Karataş, Uğur Mumcu’nun 25 Ağustos 1975 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Sesleniş” başlıklı yazısını okudu. “BU DÜZEN BÖYLE DEVAM ETTİĞİ SÜRECE DAHA ÇOK UĞUR MUMCULAR KATLEDİLİR” Törende konuşan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, Uğur Mumcu’nun katledilmesinin ardından 32 yıl geçtiğine dikkat çekti. “32 yıldır benzer şeyleri söylüyoruz” diyen Başkan Kurt, aradan geçen 32 yıla rağmen Mumcu’nun katillerinin ve cinayetin sebeplerinin tespit edilemediğine dikkat çekti. Odunpazarı Belediye Tiyatrosu oyuncularının okuduğu Mumcu’nun “Sesleniş” yazısına atıfta bulunan Başkan Kurt, “Oysa biraz önce okunan şiirde de yazdığı, söylediği gibi işin özü bu idi. Uğur Mumcu, bu düzene karşı emperyalizme karşı, gericiliğe karşı, yobazlığa karşı durduğu için öldürüldü. O günün yetkilileri bir tuğlayı çekersek devlet çöker dedi ve hiç kimse o tuğlayı çekmedi” dedi. Önemli olanın hukuk, demokrasi, insan haklarına uygun yargılama ve soruşturma olduğunun altını çizen Başkan Kurt, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Ne yazık ki o gün hesap sorulamadığı için bugün hala aynı sıkıntılarla uğraşıyoruz. Eğer zamanında önlemlerimizi almış, bu düzeni değiştirmiş olsaydık, şu anda Türkiye refah içerisinde, tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti olarak bütün dünyaya tek başına karşı durabilecek bir pozisyonda olabilirdi. Ama sadece ülkesi, sadece ekonomisi bağımlı değil beyinleri de dışarıya bağımlı pek çok yöneticimiz nedeniyle Türkiye hala geriye doğru gitmektedir. Biz buna itiraz ediyoruz. Biz buna itiraz etmek durumundayız. Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye halkı, dünyanın en iyisine layıktır. Yöneticilerin görevi de Türkiye halkını refah, huzur, barış ve kardeşlik içinde yaşatmaktır. Bu sağlanamıyorsa yöneticilerimiz görevini yapmamıştır, yapamamıştır, yaptırılmamıştır. Bu noktada önümüzde tarihi fırsatlar var. Bu tarihi fırsatları birleşerek, yan yana gelerek, iktidara karşı her türlü hakkımızı kullanarak değiştirmeliyiz. Bu düzen böyle devam ettiği sürece daha çok Uğur Mumcular katledilir. Daha çok Gaffar Okanlar, Sinan Ateşler ve nice insanlar katledilir. Katledilen insanlar, siyasi düşüncesi ne olursa olsun, birine ses çıkarmadığınız için öteki, ötekine ses çıkarmadığınız için beriki gidiyor. O zaman, hepimiz birlikte olmak zorundayız. Bugün yaşanan tablo şudur; solculara tutuklama geldiği zaman sağcılar itiraz etmedi, sağcılara sıra geldi. Bu yanlış uygulamayı çözecek olan tek şey demokratik, laik, sosyal hukuk devletine hepimizin sahip çıkmasıdır. Elbette, 24 Ocaklarda Uğur Mumcu'yu unutmayacağız, anacağız ve anmaya devam edeceğiz. Ona bir söz vermeliyiz. Bizim, O’nun aradığı, özlediği sistemi, düzeni oluşturmak gibi bir görevimiz var. Bu nedenle herkesi bu göreve davet ediyorum. Herkesi yan yana durmaya, birlikte hareket etmeye, bireysel çıkarların bir tarafa bırakılarak Türkiye'nin, yoksullarının, ezilenlerinin, dışlananlarının haklarını korumaya davet ediyorum.” ANT OLSUN Kİ UĞUR MUMCU CELLATLARINDAN UZUN YAŞAYACAKTIR! Törende konuşma yapan isimlerden biri de CHP Eskişehir İl Başkanı Talat Yalaz oldu. Uğur Mumcu’nun 32 yıl önce bugün Türkiye'nin içine düştüğü karanlığı gördüğünü söyleyen Yalaz, Mumcu’nun Türkiye'nin tam da bugün olduğu haliyle açlığa, sefalete mahkûm edilmiş; mutsuz insanların yaşadığı bir ülke olmaması için o günden tespitlerde bulunduğuna dikkat çekti. Yalaz, “O günden bugüne Türkiye çok değişmiştir, kötüye gitmiştir. Üzülerek görüyoruz ki Uğur Mumcular'ın o gün korktukları her şey maalesef bugün başımıza gelmiştir. Ama değişmeyen şey, o gün mücadele edenlerin, Uğur Mumcu'nun, bu karanlık günleri engellemek için ortaya koyduğu yol haritasıdır, reçetedir. Reçete hiçbir zaman değişmemiştir. Uğur Mumcu, Atatürkçülük her şeyden önce devrimciliktir diyor. O gün için arzulanan, istenen örgütlü mücadele, aydınlık yarınlara inancı olan insanların kenetlenip, kol kola girip, karanlığı yenmek için vermek istediği mücadele bugün de geçerliliğini korumaktadır. O yüzden ben bu anmanın sadece bir anma değil, aynı zamanda bu içinde bulunduğumuz mücadele uğruna hayatını veren Uğur Mumcu'ya bir söz verme günü olması gerektiğini düşünüyorum. Bugün Türkiye'nin karanlıktan çıkması için o gün öngörülen mücadeleyi vermenin tam da zamanıdır. Uğur Mumcu'ya yapılacak en iyi, en doğru, en anlamlı anmada bu uğurda yürekten söz vermektir. Ant olsun ki Uğur Mumcu, cellatlarından uzun yaşayacaktır. Hem cellatlarından hem de cellatlarını cesaretlendirenlerden, o cellatların açmak istediği yolları bugün için inşa etmek istedikleri Türkiye'yi yönetenlerden de uzun yaşayacaktır. Uğur Mumcu, bizler olduğumuz sürece, Atatürk'ün yolunda tam bağımsızTürkiye için, Uğur Mumcular'ın aydınlattığı yolda yürüdüğümüz sürece, yaşamaya devam edecektir. Ve inanıyorum ki yakın bir gelecekte hepimiz bu anmayı Uğur Mumcu'nun o gün arzu ettiği ülkeyi kurmak adına iktidar meşalesini elimizde tutuyorken yapacağız” dedi. HEP BİRLİKTE SORUMLULUĞU ÜSTLENİP AYAĞA KALKMA ZAMANIDIR Anma töreninde konuşma yapan bir diğer isim de CHP Eskişehir Milletvekili İbrahim Arslan oldu. Arslan, konuşmasında şu sözlere yer verdi: “Bu cinayet ve bu tür cinayetlerin aydınlatılması gereken sorumluların sorgulanması gereken yılları geride bıraktık. 32. yılındayız. Ne yazık ki bir ülkemizde ömür boyunca, yüzyıllar boyunca yaşanan suikastlerin, katliamların aydınlatılamadığına da tanık oluyoruz. Ne yazık ki, ülkemizde artık her geçen gün bir yeni anmayla; bir yeni acıyla bir önceki acının bastırıldığı, bastırılmaya çalışıldığı çok zor ve çetin günlerden geçiyoruz. Koro halinde herkes sorumlu arıyor. Ben sorumlunun biz olduğumuzu düşünüyorum. Gereğince ve yeterince ayağa kalkmadığımız için; bu kokuşmuş, köhne düzeni bize dayatanlara hesap sormadığımız için; cesaretle, cesur bir biçimde ayağa kalkıp, sandık önümüze geldiğinde bu köhne düzeni, bu yaşam düzenini bir kader gibi bize dayatanlara başkaldırmadığımız için, asıl sorumlunun biz olduğunu düşünüyorum. Aydınlarımıza; canını ortaya koyarak idam sehpalarına giderken idam sehpalarını tekmeleyenlere; bu ülkenin bağımsızlığına, özgürlüğüne, eşitliğine, demokrasisine, anayasal düzenine canlarıyla baş koymuş insanlara bir borcumuz var. O borcu ödemek için hep birlikte sorumluluğu üstlenip ayağa kalkma zamanıdır. Cesaretle, cesur bir biçimde biz buradayız ey halkım gelin hep birlikte bu düzeni ortadan kaldıralım deme zamanıdır. Ancak o zaman belki borcumuzu ödemiş, acılarımızı hafifletmiş oluruz.” Anma töreninde, törene katılanlar Uğur Mumcu’nun saldırıya uğradığı “06 YR 245” plakalı aracının sergilendiği kaideye kırmızı karanfil bırakarak, barış güvercini uçurdu.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.