Efsane Cuma rekorları, Derinleşen Kriz, Tekstilde Aşırı Üretim Çıkmazı

Efsane Cuma satışları, 2024’te yalnızca 24 saatte 74,4 milyar dolara ulaşarak tüketimi rekor seviyeye taşıdı. Elektroniğin ardından en çok harcamanın yapıldığı tekstil sektörü ise hem iklim krizini derinleştirmesi hem de hesap verilebilirlikten uzak yapısıyla dikkat çekiyor.

Haber Giriş Tarihi: 27.11.2025 09:29
Haber Güncellenme Tarihi: 27.11.2025 09:29
www.porsukhaberajansi.com

Efsane Cuma satışları, 2024’te yalnızca 24 saatte 74,4 milyar dolara ulaşarak tüketimi rekor seviyeye taşıdı. Elektroniğin ardından en çok harcamanın yapıldığı tekstil sektörü ise hem iklim krizini derinleştirmesi hem de hesap verilebilirlikten uzak yapısıyla dikkat çekiyor. Fashion Revolution Türkiye raporunu değerlendiren Prof. Dr. Sedat Gündoğdu, sorunun ‘‘aşırı tüketim’’ değil, ihtiyaç yaratılarak sürdürülen bir ‘‘aşırı üretim’’ krizi olduğunu vurguluyor. Neredeyse hiç kullanılmadan atığa dönüşen tekstil ürünlerinin yarattığı sorunların geri dönüşümle çözülemeyeceğini belirten Gündoğdu, bu yöntemin ciddi çevre ve sağlık riskleri doğurduğunu söylüyor.

Efsane Cuma (Black Friday) indirimleri, hem Türkiye’de hem de dünyada, aşırı tüketimi bir üst mertebeye taşıyor. 2024’te yalnızca 24 saat içinde 74,4 milyar dolarlık alışveriş yapıldı . Üstelik harcamalar, yıldan yıla artıyor: Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yalnızca online alışverişler için yapılan yaklaşık 11 milyar dolarlık harcama, bir önceki seneye kıyasla %10’luk bir artış ifade ediyordu. PwC’nin Türkiye’de yaptığı bir araştırmaya katılanların yüzde 87’si, bu sene Efsane Cuma’da alışveriş yapmayı planladığını aktardı . Küresel olarak giysiler, elektroniğin ardından en çok harcamanın yapılan ürün kategorisi olarak öne çıkıyor.

Ne var ki tekstil sektörü yalnızca iklim değişikliğinin önemli sebeplerinden biri değil, aynı zamanda hesap verilebilirliğin olmamasıyla dikkat çekiyor ve halk sağlığı için önemli bir tehdit oluşturuyor. Fashion Revolution Türkiye ’nin ‘‘ What Fuels Fashion ’’ raporundan yola çıkarak değerlendirmelerini paylaşan Prof. Dr. Sedat Gündoğdu, aşırı tüketim değil aşırı üretim krizi ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor: ‘‘Aşırı tüketim tek başına anlamlı değil. Bugün birçok sektörde tüketimin ana sebebi üretim fazlalığı. Varolmayan bir ihtiyaç yaratılıyor ve biz de zaruri hâle gelen bu ihtiyaç üzerinden bir tüketim alışkanlığı geliştiriyoruz.’’

Tekstil ürünlerinin önemli bir kısmının neredeyse hiç kullanılmadan atık haline geldiğine dikkat çeken Gündoğdu, çare olarak öne sürülen geri dönüşümün hem mevcut sorunu çözemediğini hem de yeni sorunlar ürettiğini vurguluyor. Geri sistemsel çözüm çağrısı yapan çalışmalar. Dolayısıyla bunları bir kullanım rehberi olarak okumak yerine, bu raporları temel alıp kamuoyu baskısı oluşturmalı ve talepte bulunmalı. Firmaları hesap vermeye zorlayaca mekanizmaları devreye sokmak için bir rehber olarak algılamak gerekiyor.’’

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi-Mercator 2025/2026 araştırıcısı ve Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Gündoğdu’nun konuyla ilgili yaptığı değerlendirmelerde şu ifadelere yer verdi;

Tekstil sektöründe hesap verilebilirlik çok düşük

Fashion Revolution raporunun en çarpıcı bulgularından biri, tekstil sektöründe hesap verilebilirliğin sıfır olduğunu ortaya koyması. Hesap verilebilirlik ile ilgili herhangi bir planı olmayan, bunu dert etmeyen firma sayısının çok yüksek olduğunu görüyoruz.

Fashion Revolution raporunda öne çıkan noktalar: •Markaların şeffaflık düzeyi endişe verici ölçüde düşük. Büyük çoğunluğunun kömürden çıkış veya temiz enerjiye geçiş için inandırıcı bir yol haritası yok. •Moda endüstrisi, iklim krizi için en acil çözüm fırsatı olan temiz ısıya yatırım yapmakta ciddi şekilde gecikiyor. •Tedarik zincirinde dönüşüm için gereken finansman sağlanmıyor. Bu yük, zaten düşü kâr marjlarıyla çalışan üreticilerin omuzlarına yükleniyor. •Markalar, tedarikçi ülkelerde yenilenebilir enerji politikalarını ve yapısal değişimi desteklemek konusunda hiç rol üstlenmiyor. •Şeffaf olmayan tedarik zincirleri, iklim risklerini değerlendirmeyi ve gerçek emisyon azaltımını imkansız hale getiriyor; hesap verilebilirliği ortadan kaldırıyor.

Tekstil, insanın hayatında en fazla temas ettiği ürünlerin üretildiği bir sektör. Bebekler, çocuklar, yaşlılar, hastalar, herkes tekstil ürünlerine temas ediyor. Beşikten mezara diyebiliriz - kefen bile tekstil ürünü. Hayatımızda bu kadar ciddi yer tutan, insanla ve çevreyle bu kadar ilgili bir sektörde şeffaflığın, hesap verilebilirliğin bu kadar düşük olması, kaygı uyandırıcı. Bu konuda hazırlanan raporların büyük çoğunluğu aynı sonuçlara ulaşıyor: Hesap verilebilirlik yok, çevre sorumluluğu yok, varsa da çok düşük. Bu konularda mevcut yasaların da bağlayıcılığı da yok. Tüm bunlar, sistemsel bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Amaç, kullanım kılavuzu sunmak değil

Burada tüketici-yasa yapıcı meselesini iyi değerlendirmek lazım. Tüketiciler, bu tür raporları bir kullanım kılavuzu olarak görmemeli. Bunlar ‘‘hangi markayı kullanayım, hangisini kullanmayayım’’ rehberi değil, sistemsel bir sorun olduğunu ortaya koyan ve sistemsel çözüm çağrısı yapan çalışmalar. Bir sorunu tespit ediyor ve yarattığı ya da yaratma potansiyeli taşıdığı etkileri anlatıyorlar. Dolayısıyla bunları bir kullanım rehberi olarak okumak yerine, bu raporları temel alıp kamuoyu baskısı oluşturmalı ve talepte bulunmalı. Firmaları hesap vermeye zorlayacak mekanizmaları devreye sokmak için bir rehber olarak algılamak gerekiyor.

Örneğin bizim plastik kirliliğiyle ilgili yaptığımız çalışmaların sonucunda en çok aldığımız soru, ‘‘hangi marka?’’ oluyor. İnsanlar, ortadaki sorunun vehameti veya meselenin sistemselliği üzerine kafa yormak yerine, örneğin hangi tuz markasının en güvenilir olduğunu bilmek istiyor. Veya konserve balıklar üzerine çalışma yaptığımızda, ‘‘Hangi konserve balığı markasını tüketelim?’’ diye soruyorlar. Fakat gıda ürünleriyle yaptığımız bütün çalışmalarda plastik kirliliğini görüyoruz. Bu kadar mikroplastiğin bu ürünlerin içerisinde ne işi var? Bunun kaynağı nedir? Aslında bunu sorgulamak gerekiyor.

Giydiğimiz her şey kimyasal muamele ürünü

Tekstil ürünleri birkaç bileşenden oluşuyor. Birincisi, yapımda kullanılan ana malzeme yani iplik, kumaş, bunların üretildiği fiberler, fiberlerin üretildiği polimerler. Bir diğeri de bunlara şekil ve renk vermek üzere kullanılan kimyasallar. Bunları birbirine bağlamak için de yaka, kol, bileklik gibi farklı parçalar var. Bunların bir kısmı ya da tamamı plastik veya petrokimya türevli olabilir. Biz bunlara polikoton diyoruz, farklı malzemenin bir arada kullanıldığı gruplar.

Ama burada en önemlisi şu: Bir tekstil ham maddesini, giyilebilir bir tekstil malzemesine dönüştürebilmek için inanılmaz bir kimyasal muamele yapmanız lazım. Tekstil ürünleri rengarenk, her sezonun farklı renkleri var. Bu konuda ‘‘RiverBlue’’ adında bir belgesel yapılmıştı ve belgeselin sonuna doğru, bir Asya ülkesinde, nehir kenarında bir uzmanla konuşuyorlardı. Uzman nehri göstererek, ‘‘Bu nehrin aktığı renk, bir sonraki sezonun moda renginin göstergesidir,’’ diyordu. Bunu unutmamak lazım: Giydiğimiz eşyalara rengini veren şey, bir kimyasal. Üretim dursa bile uzun yıllar yetecek kadar tekstil ürünü ürettik Çok eskiden, tekstilde doğal malzemelerin yaygın olduğu dönemlerde, bunlar daha çok doğal kaynaklardan elde ediliyordu. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz aşırı üretim, doğal kaynakların bu talebi karşılama ihtimalini ortadan kaldırdı.

Tekstil üretimi çok fazla ve tekstil deyince aklınıza sadece giydikleriniz gelmesin: Oturduğunuz koltuktan, üstüne bastığınız halıdan, sandalyenin kaplamasına ve perdelere kadar hepsi tekstil ürünü. Ve bunların neredeyse yüzde 80’i sentetik malzemeden (polyester, akrilik, nylon vb.) oluşuyor. Bu da yıllık 100 milyon tona denk geliyor. Burada sadece tekstil için üretilen plastikten bahsediyoruz. Üstelik şu ana kada o kadar çok tekstil ürünü üretildi ki, bundan sonra tekstil üretimini durdursak dahi bizi uzun bir süre idare edebilecek kadar çok ürün var.

Sorunların kaynağı aşırı tüketim değil aşırı üretim

Aslında bütün sorunlarımızın kaynağı aşırı üretim. Aşırı tüketim tek başına anlamlı bir şey değil. Aşırı tüketildiği için aşırı üretimin tetiklendiği yaklaşım doğru bir formülasyon değil. Bugün birçok sektörde tüketimin ana sebebi, üretim miktarının fazlalığı. Bu, plastik ilk üretilip yaygınlaşmaya başladığında da böyle oldu. Plastik ilk olarak savaş malzemesi olarak üretilmiş ve kullanılmış bir malzeme; İkinci Dünya Savaşı’ndan önce günlük hayatta çok nadir kullanılıyor. Ancak İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte çok büyük bir plastik sektörü oluşuyor ve savaş bittikten sonra bu üretim kapasitesiyle ne yapacaklarını bilemiyorlar. Plastiğin gündelik hayatımıza sokulması da böyle oluyor: Birden piyasaya külotlu kadın çorapları sürülüyor ve hızla yaygınlaşıyor. Savaş malzemesi olan plastik, birdenbire kadınların kullandığı bir malzemeye dönüşüyor. Ardından farklı uygulama biçimleriyle birdenbire hayatımıza giriyor.

Özetle o ana kadar varolmayan bir ihtiyaç yaratılıyor ve bu ihtiyaç, yaratıldıktan sonra zaruri hale geliyor. Biz de zaruri hale gelen bu ihtiyaç üzerinden bir tüketim alışkanlığı geliştiriyoruz. Bugün de bu kadar ciddi miktarda tekstil ürünü üretilmesi ve birçoğunun kullanılmadan çöplüklere ya da yakılmaya gönderilmesi veya çok hızlı bir şekilde çöpe dönüşmesi, bir üretim fazlasının göstergesi. Bu şartlarda tüketiciler, tüketmeyerek veya bir markayı satın almayarak, başka bir markayı tercih ederek, bu sistemsel soruna etki edebilecek durumda değiller. Asıl odaklanılması gereken, tekstil üretiminin fazlalığına yönelik eleştiriler yapılması ve bu konuda bir kamuoyu baskısı oluşturulması.

Eşyaları tamir etmeyi öğrenmemiz lazım

Üretici-tüketici ikilemine takılınca atlanabiliyor fakat burada yasa yapıcıların sorumluluğunu es geçmemeliyiz. Burada belediyelere çok önemli bir iş düşüyor. Belediyelerin, ikinci el eşya toplamak gibi bir işe girişmek yerine insanlara tamir etmenin erdemini anlatması, bunu öğretmesi gerekiyor. Tamir önemli bir mekanizma ve dünyanın birçok ülkesinde yapılıyor. Türkiye’de ise giysiler kutularda toplanıyor ve nereye gittiği bile belli olmuyor. İhtiyacı olan kişi, bu kutulardan giysi alamıyor; almasına suç veya ayıp gözüyle bakıyor. Oysa Finlandiya’dan bir örnek vereyim: Finlandiya’da yerel yöneticiler, ikinci el eşyalarınızı teslim edebileceğiniz noktalar kurmuşlar ve bu eşyalar buralarda satılıyor. Giymediğiniz bir elbisenizi götürdüğünüzde yıkıyorlar, tamir ediyorlar ve satıyorlar. Bizde ise mentalite çok farklı: Biri bir giysiyi artık giymiyorsa ya kötüdür, ya kirlidir. Başkasının giymediğini giymeye de kültürel olarak iyi bakılmayabiliyor.

Ürünler ucuz fakat kalitesiz ve hızla bozuluyor

Terzi sayısında da ciddi bir azalma var çünkü para kazanamıyor, kimse diktirmiyor, tamir etmiyor. Her yerde mağazalar var, markaların ucuz taklitlerini satıyorlar. İnsanlar tamir ettirmektense ucuza yenisini almayı tercih ediyor. Oysa bu ürünler de çok çabuk deforme oluyor, giyilmez hale geliyor. Tekstilin kalitesi de çok düştü. Bunun altında yatan en önemli nedenlerden biri de kullanılan ürünün kalitesizliği; en başta da plastik geliyor, özellikle geri dönüştürülmüş olanlar. Geri dönüştürülen plastik kalitesizleşiyor Geri dönüşüm denilen şey, aslında gerçek bir geri dönüşüm değil. Bir sektörün çıktısı, girdi olarak kullanılıyor. Burada bir tekstil ürünü geri dönüştürülüp yeniden tekstil ürünü olarak üretiliyor gibi düşünmeyin - bu, ihmal edilebilir seviyede

Plastiğin sağlık maliyeti: 1,5 trilyon dolar

Son raporlar , plastiğe bağlı tüketim alışkanlıklarının 1,5 trilyon dolarlık sağlık maliyeti olduğundan söz ediyor. Plastikle ilgili en büyük sorunlardan biri, yarattığı sağlık maliyetinin hep göz ardı edilmesi. Bugün plastik ve kimyasallara bağlı olarak ortaya çıkan inanılmaz bir kanser pandemisi var. Kanser harcamaları için devletin sosyal güvenlik üzerinden harcadığı parayı düşünün. Bu parayla sağlıklı ve güvenceli bir yaşam hakkı sağlamak için ciddi bir kaynağa sahip olursunuz. Bu da azaltılacak üretimle ortaya çıkan mağduriyetleri gidermeye fazlasıyla yeter.

Çocuk ürünü olarak kullanılması yasaklanmalı

Yasa yapıcıların çocuk meselesine özellikle dikkat etmesi gerekiyor. Kamuoyunun da bu yönde talepte bulunması lazım. İçeriğinde çok sayıda kimyasal olan plastik ürünlerin çocuk ürünü olarak kullanılmasının yasaklanmasından başka çare yok. Telkin ederek veya gönüllü taahhütlerle olacak iş değil. Hamile kadınlar da en kırılgan olan gruplardan bir diğeri. Yaşlılara, çocuklara ve özellikle hamile kadınlara yönelik ürünlerde plastik kullanımının sınırlandırılması gerekiyor. Gıda için de durum böyle; bazı ürünlerin çocuk gıdası olarak kullanılmasının engellenmesi lazım. Birkaç gün önce yayımlanan yeni bir araştırma da gıda ambalajlarında kullanılan geri dönüştürülmüş plastiklerin, sanılandan daha yüksek seviyelerde istenmeyen kimyasal içerdiğini ortaya koyuyor. Üretim zincirinin farklı aşamalarını inceleyen araştırmacılar, geri dönüştürülmüş PET’te her adımda sağlık açısından riskli bazı kimyasal kalıntılar biriktiğini tespit ettiler. Bu maddelerin seviyesinin saf PET’te en düşük, tamamı geri dönüştürülmüş ham maddeden üretilenlerde ise en yüksek olduğu ölçüldü. Çalışmaya göre gıda ile temas eden bu tür plastiklerin daha güvenli olabilmesi için geri dönüşüm süreçlerinde daha sıkı kontrol ve denetim gerekiyor.

Kirliliğe maruz kalmak da sınıfsal

Bunun yanı sıra mesela biberon - parası yetmeyen polipropilenden kalitesiz biberon almak zorunda kalıyor. Üzerindeki lateks petrol türevli bir kauçuktan yapılıyor ve son derece zararlı. Kirliliğe maruz kalmak da sınıfsaldır, bunu unutmamak gerekiyor. Öte yandan Türkiye’de toplum gelir açısından büyük ölçüde homojenize oldu. Bu kirliliğe hemen herkes maruz kalıyor, daha güvenli alternatiflere erişebilenlerin sayısı çok az artık. Bu giydiğiniz elbisede de, içtiğiniz suda da böyle. Bugün çeşmeden içilebilir su akmadığı için insanlar damacana veya PET şişe su içmek zorunda. Ya da arıtma kullanmak zorunda kalıyorlar ancak arıtma da suyun içerisindeki bütün minerali alıyor. Kamunun üstlenmesi gereken sağlıklı suyu üretme görevi için insanlar kaynak ayırmak zorunda kalıyor. Üstelik içemediği suya da tonlarca para harcıyor.

En kolay adımlarla başlayalım

Adım atmaya en kolay olandan başlayalım. Bir şeyleri başarabildiğimize dair özgüvenimiz arttıktan sonra daha cesur adımlar atabiliriz. Uçaklarda kullanılan plastikleri, bilgisayarlarda kullanılan plastikleri düşünmeye başlamak bile insanı yoruyor ve tıkanmış hissetmesine neden oluyor. Ama henüz bunları düşünmeyelim, işe tek kullanımlık plastikleri yasaklayarak başlayalım - ki tekstil sektörü giderek daha fazla tek kullanımlık PET şişe’den üretilmiş kalitesiz polyester malzemeye bağımlı hale geliyor. Veya tekstil sektöründe, yılda 3-4 kreasyon yaratmaktan vazgeçmek bile bir miktar iyileşme sağlayabilir. En kolay adımlardan başlama işini sistemik düzeyde ve bireysel düzeyde farklı farklı ele alabiliriz. Bireysel düzeyde, kendimizden başlayabiliriz. Tıklık tıklım dolu bir dolaptan, gösterişli olma çabasından vazgeçerek başlayabiliriz. Alma özgürlüğünün olması, her şeyi almanız anlamına gelmemeli. Hiç değilse bu soruna bireysel katkımızı azaltabiliriz. Sistemsel düzeyde ise tekstil sektöründeki aşırı boya ve plastik kullanımını gözden geçirip düzenlemek, sınırlamalar getirmek gerekiyor. Mesela çocuk tekstilinden veya ev tekstilinden başlanabilir. Bugün üzerinde polyester, akrilik dışında herhangi bir tekstil malzemesi bulunan ev eşyası almak mümkün değil. Bunlara sınırlamalar getirilmesi gerekiyor. Farkındalık yeterli değil, yasaklamak gerekiyor Doğayı ancak yasaklarla koruyabilirsiniz. Bu Türkiye için de Avrupa için de böyle. Avrupa’da da bu işler gönüllülükle yürümüyor, yasaklıyorlar. Mesela sim üretimini yasakladılar, ‘‘sim kullanmayalım arkadaşlar’’ diye çağrıda bulunmadılar. Artık Avrupa Birliği içinde sim üretilemeyecek ve kullanılmayacak. Benzer şekilde kozmetik ürünlerin içine mikroplastik eklenmesini yasakladılar. Tek kullanımlık plastiklerin önemli bir kısmını yasakladılar. Bunlar eğitimle veya gönüllülükle olacak işler değil.

‘‘İnsanlar cahil, ürünü kullanmayı bilmiyor,’’ yaklaşımı, endüstrinin temel yaklaşımı. Plastiğin sebep olduğu bir sorun yok, bu bir atık meselesi, diyorlar. İnsanlar nasıl tüketmesi gerektiğini veya atığını ne yapması gerektiğini bilmediği için bu sorunla karşılaşıyoruz, diyorlar. Özetle bütün sorumluluğu bizim üzerimize atıyorlar. Bizim elbette sorumluluğumuz var ama sorunun kaynağı biz değiliz. Ben kendimi bu sorundan uzaklaştırmaya çalışabilirim ama ben uzaklaşınca sorun çözülmez. Sorunun kaynağı çok daha sistemsel.''

Kaynak: İklim Masası - www.iklimmasasi.com

Kaynak: Prof.Dr. Sedat Gündoğdu