Anahtar Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Fuat Geçen ve Anahtar Parti Genel Merkez Heyeti bir dizi ziyaret ve temaslarda bulunmak üzere Eskişehir'e geldi.
Anahtar Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Fuat Geçen, Merkez Disiplin Kurulu Başkanı Av. Burak Doğan, Genel Sekreter Yardımcısı Fatma Ceren Adıgüzel ve Genel Merkez Gençlik Kolları Genel Sekreteri Av. Sedef Engür Eskişehir İl Başkanlığında İl Başkanı Çağlar Ölce, İlçe Başkanları, İl ve İlçe Yöneticileri ile bir araya geldi.
Anahtar Parti Eskişehir İl Başkanlığında basın mensupları ile buluşan Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Fuat Geçen ve İl Başkanı Çağlar Ölce basın toplantısında basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
Anahtar Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Fuat Geçen düzenlenen basın toplantısında şu ifadeleri kullandı;
“Anahtar Parti sözcüsü olarak öncelikle şunu söylemek isterim ki, Türkiye’nin şu anda çok önemli gündem maddeleri var. Hep öyleydi fakat özellikle son iki haftada hem dış politikada hem de iç siyasetimizde baş döndürücü bir gündem yoğunluğu yaşanıyor. İzninizle bunları basın mensuplarımızla paylaşmak isterim.
Şimdi, takdir ederseniz bir kayyum meselesi var. Ana Muhalefet Partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin iç işleyişini tanzim ve dizayn etme gibi algılanan, siyasal iktidar tarafından yapılan açıklamalarla da bu algıyı güçlendiren çok güçlü veriler var. Bir takım hukuki gerekçeler öne sürülerek ana muhalefet partisiyle ilgili böyle bir süreç işletiliyor.
Anahtar Parti olarak bizim durduğumuz yer şurası: Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayyum atanmasına esas gelişmelere baktığımızda, Yüksek Seçim Kurulu’nun onayladığı ve iki gün süreyle sınırlandırdığı itiraz süresi vardır. Bu sürenin geçmesi halinde seçilmiş kurullara itiraz mümkün olmaz. Çünkü bu anayasal kurumun verdiği karar kesindir.
Ancak şöyle bir durum yaşandı: Türkiye’de aradan iki yıl aşkın bir süre geçmesine rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel kurultayının iptali ve genel merkeze kayyum atanmasına varan bir süreç başladı. Bazı hukuk çevreleri lehte, bazıları aleyhte görüşler ileri sürdü. Ancak YSK’nın görev sahasında olduğunu sandığımız bir konuda hukuk mahkemelerinin aldığı karar üzerinden Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetimsel açıdan kayyuma götürülmesi konusunda, hukukla siyasetin dizayn edilmesine Anahtar Parti olarak şiddetle karşıyız.
Yakın siyasi tarihimizde bunun örnekleri var. Bunların ülkeye ve siyaset iklimine hiçbir faydası olmadı. Bu bir tespit değil, bir gerçektir.
Diğer yandan, “hukukun verdiği kararı biz uygulatmayız” söylemi de doğru değildir. Yargı bir karar vermişse, elbette eleştirmek, onaylamamak, itiraz etmek mümkündür. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi tarafından “biz bu yargı kararlarını kabul etmiyoruz, taraftarlarımızı sokağa çağırırız” tarzındaki yaklaşımları da Anahtar Parti olarak uygun görmüyoruz.
Hukuk devletinde kararlar eleştirilebilir, itiraz edilebilir ama uygulanmaması için sokakta direniş çağrısı yapılması da doğru değildir. Ez cümle, siyaseti yargı eliyle dizayn etmeye kesinlikle karşıyız. Yargı kararlarına itirazımız olsa da bu kararların uygulanmasına taraftar eliyle fiziki bir direnç gösterilmesini de sakıncalı buluyoruz.'' dedi.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını değerlendiren Genel Başkan Yardımcısı Geçen şu ifadeleri kullandı;
''İsrail’in çevresine ve özellikle Filistin halkına yıllardır çektirdiği zulmün ötesinde, artık ikinci bir aşamaya geçtiğini görüyoruz. İsrail açıkça bir terör devleti kimliğine büründü. Dün itibarıyla Gazze’ye kara harekâtı başlatıldı.
Amerika’nın desteğini biliyorduk. Dışişleri Bakanı birkaç gün önce İsrail’e “desteğimiz tamdır” dedi. Bundan sadece 54 saat sonra İsrail sabaha karşı Gazze’ye girdi. Amerika’nın bu kadar aleni şekilde bir terör devletine sadece fikir desteği değil, silah ve politik destek vermesi, kendini süper güç olarak tanımlayan bir ülke için inanılmaz bir tarihi lekedir.
Türkiye olarak hükümetimizin Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı ile ortak toplantılar yaptığını gördük. Fakat her zamanki gibi sonuç alıcı kararlar çıkmadı. Bizim talebimiz, sadece diplomatik temaslarla yetinilmemesi; İsrail’le ilgili ticari ilişkilerimizin ve Türkiye üzerinden kullandıkları yolların yaptırım listesine alınarak caydırıcı bir pozisyona geçilmesidir. Ayrıca NATO ve Avrupa Konseyi dahil bulunduğumuz tüm uluslararası platformlarda Türkiye’nin daha baskın ve tayin edici bir tavır alması gerekmektedir.'' dedi.
2025-2026 Eğitim Öğretim yılını değerlendiren Genel Başkan Yardımcısı Geçen şu ifadeleri kullandı;
''Okullarımız açıldı, şu anda sekiz milyon öğrencimiz öğretime başladı. Öğretmenlerimiz, velilerimiz ve öğrencilerimiz ihtiyaçlarını giderme konusunda artık zorlanma ya da yetersizlik değil, bir çaresizlik ve çözümsüzlüğün tam ortasındalar.
Hal böyleyken, sorumluluk sahiplerinin bu süreci yönetmesine halkın yardımcı olması gerekirken, siyasal iktidarın israfını ve para politikasındaki vurdumduymazlığını bir üst evreye taşıdığına geçen hafta şahit olduk.'' dedi.
Ekonomi gündemlerini değerlendiren Genel Başkan Yardımcısı Geçen şu ifadeleri kullandı;
''Bir diğer gündem maddemiz Maliye Bakanımızın, köprülerin de özelleştirme kapsamına alınacağını açıklamasıdır.
Takdir edersiniz ki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı 23. yılını doldurdu. Bu süreçte özelleştirme adı altında cumhuriyet döneminde kazanılmış tesislerimizin tamamına yakını satıldı. Hem de çoğu zaman kıymetinin çok altında, sorunlu prosedürlerle.
Cumhuriyet döneminin en büyük kazanımları arasında gördüğümüz, kuruluş felsefemiz açısından önemli yer tutan kurumlarımızın yanı sıra stratejik önemi yüksek kuruluşlarımız da elden çıkarıldı. Hepiniz hatırlarsınız, telekomünikasyon ağımız da özelleştirilmişti. Bir ülkenin haberleşme ağının ve kodlarının satılması, sadece ekonomik değil, güvenlik açısından da büyük bir kayıptır. O günkü nominal bedelinin çok altında satılmıştı, stratejik kurumların değeri zaten parayla ölçülemez.
Şimdi Anadolu Parti olarak iktidara sormak istiyoruz: Siz bu noktada ne zaman duracaksınız?
Merkez Bankası rezervlerini politik yanlışlarla tüketip sıfırladınız. Her seferinde yeniden rezerv oluşturmak için ülkenin hangi kıymetlerinin kaybolması gerekiyor? Bugün geldiğiniz noktada, “para eden her şey satılsın” anlayışıyla hareket ediyorsunuz.
Umarız kamuoyu bunu görüyor, hafızasına not ediyor ve hatırlayacaktır. Gelinen nokta, ülke kıymetleri açısından gerçekten bir cinnet halidir.'' dedi.
Mecliste görüşülen ve tartışmalara yol açan maden yasası ile ilgili değerlendirmelerden bulunan Genel Başkan Yardımcısı Geçen şu ifadeleri kullandı;
''Maden yasasının, daha doğrusu maden sahalarının işletilebilir hale getirilmesiyle ilgili şu an bir sorun yaşanıyor. Türkiye’de yer altı madenlerinin, yerüstü ekolojik dengeyi bozmadan çıkarılması konusunda uzun süredir hassasiyetlerin göz ardı edildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu yaklaşık on beş yılı aşkın bir süredir devam ediyor.
Burada siyasal iktidar eş zamanlı olarak iki şeyi başaramadı. Nedir bunlar? Bir iş insanı “Burada maden var, ben çıkaracağım” diyerek ruhsata başvurduğunda, gelişmiş ülkelerde önce şu soruya bakılır: “Ne kadar maden var?” sorusundan önce, “Maden çıkarma süreci doğayı ne kadar tahrip eder? Ekolojik dengeyi nasıl bozar? Yer altı ve yerüstü kaynaklarımızı nasıl etkiler?” sorularına cevap aranır. Analitik bir rapor öne çıkarılır.
Fakat Türkiye’de bu asla böyle olmadı, olmuyor. Ticari kaygılar ön planda tutuldu. Zeytinliklerle ilgili durum ortada, son çıkan yasa ortada. İktidarın Meclis çoğunluğu olduğu için muhalefetin tüm itirazları yok sayılabiliyor. Böylece geleceğimizi, ekolojik dengemizi hiçe sayan yasalar çıkıyor.
Anahtar Parti olarak bu noktada şunu söylemek zorundayız: Ekonomiye katkı sağlayacak diye maden çıkarılmasına karşı değiliz. Bizim itirazımız, bunun gelişmiş ülkelerdeki gibi yapılmamasına. Yani doğayı tahrip eden, belli adreslere çıkar sağlamak için yapılan, usul ve esasları yok sayan uygulamalara. Doğa bizim geleceğimizdir, çocuklarımızın bize emanetidir. Sadece maddi getiriyi öne çıkarıp ekolojiyi hiçe sayan anlayışın karşısındayız.
İktidar olduğumuzda bu uygulamanın böyle gitmeyeceğini kamuoyuna taahhüt ederiz.
Maden şirketlerinin çevresel etkilerine gelirsek; madenin türüne göre çıkarım ve ticarete arz sürecinde çeşitli işlemler yapılıyor. Bunlar sadece yerüstünü değil, yeraltını da kirletebiliyor. Yetmiyor, bazı drenaj çalışmaları bölgenin yeraltı su kaynaklarını yok edebiliyor.
Bütün bunlar aslında ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporları hazırlanırken dikkate alınması gereken hususlar. Yönetmelik eski ve köklü bir yönetmelikti. Ancak siyasi müdahalelerle, referanslarla bu raporlar gerektiği gibi hazırlanmıyor. Bazı madenler için aslında uygun olmayan projelere onay veriliyor.
Oysa bir madenin varlığı, her koşulda çıkarılması gerektiği anlamına gelmez. Eğer ekolojik dengeyi yok sayıyorsa, o maden çıkarılmamalıdır.'' dedi.
İktidar ve Yerel Yönetimler arasında ki kentsel dönüşüm sorununa dikkat çeken Genel Başkan Yardımcısı Geçen şu ifadeleri kullandı;
''Allah ülkemizin diğer coğrafyalarına, diğer illerine nasip etmesin. Çok büyük bir deprem yaşadık, biliyorsunuz. İki buçuk yıl önce.
Kentsel dönüşümün olmamasının bedelini çok ağır ödedik; canımızla, kanımızla, her şeyimizle. Yıkılması gereken binalar yıkılmadı, çünkü ekonomik durumumuz el vermedi. Devlet yeterince bizi organize edemedi, destek veremedi. Bunun bedelini ödeyen bir diyardan geliyorum ben.
Bu kadar ekonomik zorluk yaşayan, geçim standartları açlık sınırına yaklaşan bir ülkede, kentsel dönüşümde mal sahibine yük bindirilerek bu sürecin ilerlemesi ve başarıya ulaşması mümkün değildir.
Dolayısıyla gelinen noktada kentsel dönüşümü hayata geçirirken; içinde yaşayanların istihdamı, yeni yerleşim yerlerine kavuşana kadar rehabilitasyonu ve konaklamaları dahil, tüm sürecin planlanması gerekir. Devletin bunu sübvanse etmediği bir ortamda, sadece adıyla “kentsel dönüşüm” yapılmış olur, ama gerçek anlamda yeterli mesafe kat edilemez.
Yeniden aynı noktaya geliyoruz: İyi bir planlama şart. Yürütmenin, yani siyasal iktidarın, gerçekten uygulanabilir bir kentsel dönüşüm projesini sübvanse ederek hayata geçirmediği müddetçe siz bunları bize soracaksınız, biz de görüşümüzü söyleyeceğiz. Fakat maalesef sonuç alıcı bir mesafe olmayacaktır.
Bir binada oturan siz, kentsel dönüşümün muhatabısınız. Yıpranmışlık var, oturulamaz hale gelmiş binalar var. Hak sahibisiniz, tarafsınız.
İkinci taraf: Şehir planlaması açısından yerel yönetimler. Bir şehrin planlanması, yer altı yapısı, jeolojik durumu söz konusu. Örneğin daha önce terk ettiğiniz binanız 11 katlıydı. Peki bu jeolojik yapı 11 kata uygun mu? Çünkü kurarken bu inceleme yapılmamış.
Bakın kim devreye giriyor şimdi? Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı. Öbür tarafta belediye diyor ki: “Benim imar projem vardı. Burada yatay, burada dikey planlamıştım.”
Dolayısıyla uygunluk konusunda yerel yönetimlerle eşit bir çalışma gerekiyor.
Bunun finans ayağı da var. Kim yapacak? Şehircilik Bakanlığı üzerinden maliye tarafından finanse edilecek. İşte bu koordinasyon, bu güç ve iyi niyet kurulursa kentsel dönüşümün hayata geçmemesi mümkün değil.
Maalesef yürütmede kurumların koordinasyonu ve ileriye dönük projeksiyonları çok zayıf. Bunu defalarca gördük; depremlerde, afetlerde gördük. Liyakatsizliği, öngörüsüzlüğü gördük.
Bir de şehirlerimizin mimari durumu ortada. Bir yerde yatay mimariyle yapılmış bahçeli evler, hemen yanında 21 katlı apartmanlar. Ülkemize gelen yabancılara bunu izah etmekte zorlanıyoruz. Soruyorlar: “Burada 21 kat, hemen yanında bahçeli ev. Neyle hareket ettiniz?” Biz de “planlamayla hareket ettik” diyemiyoruz.
Ülkemizin böyle anılmasını istemiyoruz.
“Şunu yaparsak ekonomi düzelir” demek kolay değil, ama ana hatlarını açıklayabilirim. Ülke kaynaklarımız bizim ekonomimizi hızlıca ayağa kaldıracak kadar hem çoğul hem de nitelik olarak yeterlidir. Yani kaynaklarımız kalkınmamıza yetecek durumda.
Peki neyimiz eksik? Kaynağı yönetecek kadrolar. İsrafı, lüzumsuz harcamayı ve en önemlisi yolsuzluğu engelleyecek kadrolar. Çünkü yolsuzluk endeksinde ülkemiz maalesef hiç de övüneceğimiz bir yerde değil. Avrupa’da bu yıl yapılan yolsuzluk endeksi sıralamasında sonlara çok yakınız.
Eğer siz, kamunun para harcama alanı olan Kamu İhale Kanunu’nu iktidarınız döneminde yüzlerce defa değiştirmek zorunda kalıyorsanız, bunu da taraftarlarınızı memnun etme adına yapıyorsanız, o ülkede istikrarlı bir ekonomi yönetemezsiniz. Burada sınıfta kalırsınız, biz de kaldık.
Dolayısıyla çok süslü sözlere gerek yok. Ekonomi nasıl düzelir?
Yolsuzluğu önleyeceksiniz,İsrafı bitireceksiniz,Kaynaklarınızın yönetimini liyakatli kadrolara teslim edeceksiniz.
Özetle çözüm budur.'' dedi.
Erken seçim tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Genel Başkan Yardımcısı Geçen şu ifadeleri kullandı;
''Biz 28 Ekim’de birinci kuruluş yıl dönümümüzü kutlayacağız nasip olursa. Şu anda seçime girme yeterliliğimizi sağlayacak kurultayımızı yaptık.
İllerimiz olarak 74 ilde teşkilatlarımız kuruldu. Yönetimleri var, seçimle geldiler. 567 ilçemizde teşkilatlanmamızı tamamladık. Az önce gelen rakamı da paylaşayım: bugün itibariyle üye sayımız 60 bini geçti. Hamdolsun, on bir ayda çok iyi bir noktadayız.
Peki seçim Türkiye’de gerekli mi? Evet, gerekli. Bu tahribatın önlenmesi için kamuoyunun hakemliğine başvurmamız gerekir.
Anahtar Parti, her şartta ve her zamanda seçime hazırdır ve bunu onaylar. Mecliste olup olmamak fark etmez. Seçim kararı alınırsa, biz buna destek veririz.
Muhalefet partilerinin kendi aralarında birlik olamamasının, Türkiye’deki bazı majör siyasi aktörlerin uygulamalarıyla birleşince ekonomiye zarar verdiğinden şikâyetçisiniz. Doğru mu anlamışım?
Aslında bu tür uygulamalar – yani siyaseti dizayn etmek, siyasi alanların dışındaki enstrümanları kullanarak rakipleri yola getirmeye çalışmak, partilerin iç işlerine karışmak – her zaman halka bedel ödettiriyor.
Neden? Çünkü bu doğrudan borsaya, finans çevrelerine etki ediyor. Her hareketlilik ekonomik dalgalanma olarak halka geri dönüyor. Yani her demokrasi dışı, hukuk dışı uygulama hem iç piyasaları hem dış piyasaları etkiliyor ve bedelini biz ödüyoruz.
Peki muhalefet neden bir araya gelemiyor derseniz. Bu çok geniş bir soru. Şöyle açıklayayım: Ayrı koordinatlarımız, ayrı dünya görüşlerimiz var. Ülke menfaatlerinde zaman zaman ortaklaştığımız noktalar oluyor. Ama seçim atmosferine girildiğinde Türkiye’de maalesef siyaset iki eksene sıkıştırılıyor: Ana muhalefet partisi, yani CHP, İktidar partisi, yani AKP.
Bunun dışında kalan tüm siyasi kadrolar etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla siyasi zenginliğin önündeki en büyük engel bu.
Halktan hep şu sorular geliyor: “Siz AKP tarafında mısınız, yoksa CHP tarafında mı?” Bu sorunun altında, siyaseti sadece iki koridora sıkıştıran anlayış var. Oysa bir ülkede siyasi partiler sadece yan unsurlar değil, tayin edici roller üstlenmelidir. Siz çeşitliliği iki aksa indirgerseniz, ülkeye zarar verirsiniz.
Bir araya gelerek, sadece “ülke feraha çıksın” duygusuyla birliktelik sağlanmasının altında yatan şey aslında bu siyasi sıkışmışlıktır. Bu nedenle Anahtar Parti olarak şunu söylüyoruz:
Biz kurulduğumuzdan bu yana herhangi bir ittifakı hedeflemedik, hedeflemeyeceğiz. Halka gideceğiz, projelerimizi anlatacağız, kadrolarımızı tanıtacağız. Sandıktan ne çıkarsa onun sonucuna razı olacağız.
Ama Türkiye’de her seçim öncesi aynı tablo yaşanıyor: Pazartesi günü seçim takvimi açıklanıyor, salı günü “Acaba kimler bir araya gelir?” tartışmaları başlıyor. Bence bu, bir ülke demokrasisi için yapılabilecek en kötü şeylerden biridir. Çünkü alanları daraltıyorsunuz, siyasi çeşitliliği iki aksa mahkûm ediyorsunuz.
Onun için biz böyle bir ittifaka olumlu bakmıyoruz. İttifak malzemesi olmayacağız. Bunu da çok alenen, çok erken söylemiş olalım.'' dedi.
Terörsüz Türkiye sürecini değerlendiren Genel Başkan Yardımcısı Geçen şu ifadeleri kullandı;
''Takdir edersiniz ki geçen sene Ekim ayından itibaren önemli bir süreç yaşandı. PKK terör örgütünün silah bırakmasına yönelik, hükümetin yürüttüğü bir proje var.
Anahtar Parti olarak biz bu sürece başından itibaren şöyle baktık: Bir terör örgütüyle pazarlık yapılmasına, hele ki bu pazarlığın Kürt halkının temsilcisiymiş gibi gösterilerek yapılmasına şiddetle karşıyız.
Terör örgütü silah bırakacaksa bu zaten bir yanlıştan dönüş demektir. Silah bırakır, Türk adaletine gelir, hesabını verir. Türk vatandaşı olarak, hukukun gereğini yerine getirdikten sonra ülkemizde yaşamaya devam edebilir. İşlediği suçların bedelini öder, yargı önünde hesap verir, sonra da vatan toprağında hayatına devam eder.
Ama PKK terör örgütünün elebaşını Kürt halkının kurucu önderi gibi görmek, bunun üzerinden pazarlık yapmak, anayasa ve yasa değişikliği hazırlıkları yürütmek; Anahtar Parti açısından kabul edilemez, hoş görülemez ve onaylanamaz bir durumdur.
Bu nedenle mecliste kurulan komisyonları ve muhtemel değişiklik hazırlıklarını titizlikle takip ediyoruz. Parti olarak bu konuda özel bir komisyon da kurduk. “Çözüm Komisyonu” adı altında yapılan çalışmaları onaylamamakla birlikte yakından izliyoruz. Henüz komisyondan bir karar çıkmadı, şu an davet süreçleri yürütülüyor. Gelişmeler oldukça görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşacağız.
İl gezilerimizde vatandaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde görüyoruz ki konu tam anlamıyla netleşmiş değil. Çünkü iktidarın propaganda gücü ve algıyı yönetme kapasitesi çok yüksek. “Analar ağlamasın” söylemiyle, sanki biz bu görüşümüzü belirterek anaların ağlamasının devamını istiyormuşuz gibi bir hava oluşturulmaya çalışılıyor.
Oysa halkın önemli bir çoğunluğu, terör örgütü liderinin muhatap kabul edilmemesi gerektiğine, evlatlarımızı katleden bu canilerin affedilmemesi gerektiğine inanıyor. Kamuoyunun güçlü bir ekseriyetinin bu yönde kanaati var. Bizim izlenimlerimiz de bu yöndedir.''